İkindi vaktindeyiz ömrümüzün,

Kerahet vaktinde uyuyup kalırsak vay hâlimize…

Sona doğru yaklaşıyoruz.

Artık sabah namazı vakti gibi değiliz; âlemin yeni uyandığı, bereketin bol olduğu, her şeyin çokça masum olduğu…

Öğle vakti gibi de değiliz; gençlik de almış başını gidiyor. Geçmez dediğin sınavlı aylar, bitmez dediğin sancılı yıllar hepsi birer birer sana veda ediyor.

Ve insan, ömrünün ikindi vaktinde olduğunu anlıyor.

Meşguliyetlerinin olduğu, en çok yorulduğu, ertesi gün için planlar yapması gerektiği…

Hatırına bir hadis-i şerif düşüyor:

“İkindiden sonra, uyuyup da aklını kaybeden kimse, yalnız kendini kınasın.”(Kenzu’l-Ummal, h. No. 41362)

İnsanı sersemleten, âdeta hiç yaşamamış gibi hissettiren bir uyku bu.

Ancak ahirete gittiğinde tesirini kaybeden.

Bu uykuya yenilmemek gerek…

Görüyorsun ki koca Güneş bile batmaya meylediyor.

Sana bir mesajı var:

“Bak bu vakit de benimle birlikte bu diyarlardan geçip gidiyor.”

Peki insan, ömrünün ikindi vaktinde nasıl uyuyakalır, hiç düşündük mü?

“Rabbi’ni tanımıyorsa,

Rabbi’nin emir ve yasaklarını umursamıyorsa,

Niçin yaşaması gerektiğini bilmiyorsa,

Bir haramdan diğerine koşarak gidiyorsa,

Sonsuzu isteyen kalbini sonlularla zehirliyorsa…”

Bu kerahet vaktinde uyumak değil de nedir?

Kazanması gereken “sonsuz bir hayat” varken ömür saniyelerini, dakikalarını dünyada hesapsızca harcamak akıl işi midir?

Dünyanın bir gün “Haydi dışarı!” diyeceğini bile bile.

İnsan, Rabbi’nin razı olmadığı ortamlarda bulunarak tüketiyorsa benliğini,

Atıyorsa kendini dünya uçurumundan

Hem de sonsuz zulmetli kör kuyulara,

Yaradanın değil yaratılanın sevdası yakmışsa yüreğini,

Soruyorum aklını kaybetmiş değil midir?

Ne diyordu Efendimiz (s.a.v): “İkindiden sonra, uyuyup da aklını kaybeden kimse…”

Peki nereye varacaktı bunun sonu?

Bir gün uyanacaktı, açacaktı elbet gözlerini.

Ama açtığı yer dünya olmayacaktı.

Kendini hiç yaşamamış hissedecekti, sanki dünya yolculuğunu hiç yapmamış gibi…

Önce bir sersemleyip kendine gelemeyecekti.

Sonra…

Kaybedişi iliklerine kadar hissedecekti.

Evet dünyada birçok şeyi kaybetmişti ama bu farklıydı hem de çok farklı…

“Hayır olamaz, olmamalı!” diye feryat edecekti nefsi.

Bir suçlu arayacaktı belki de…

Sonra Efendimiz’in (s.a.v) hadisinin şu kısmı bir anda yüreğini delecekti:

“… yalnız kendini kınasın.”

İşte o zaman gelecekti aklı başına.

Ömrünün en önemli vaktinde uyuyup kalmıştı.

Ertesi günler yani sonsuz bir ahiret hayatı için hiçbir şey yapmamıştı.

Rabbi’ni tanımamıştı.

Rabbi ondan ne istiyor hiç düşünmemişti.

Her gün 300.000 kişiyi mezarlara göç ettiren ölümü kendine vermemişti.

Kur’an’ı bir kere açıp okumamıştı.

Namazlarını hep bir bahane bularak geçiştirmişti.

Yalan, gıybet, iftira eksik olmamıştı dilinden.

Şimdi ise “Hep başkalarına gelir.” dediği ölüm,

Uykusunun en derin yerinde yakalamıştı onu.

Artık geri dönüş yoktu.

Her şey bitmişti.

Suçlu kimdi peki?

Sadece kendisi…

Şimdi bize düşen,

Bu uykuya çokça müptela olan gözlerimize direnmek…

Hem şunun şurasında

Ne kaldı ki vaktin çıkmasına?

 

Selam ve dua ile…