Ölümden sonra hayat var mı yok mu?

Biz Müslümanlar ölümden sonra bir hayat olduğuna inanırız.

Fakat ateistler bir yaratıcının olduğunu ve ölümden sonra hayat olduğunu kabul etmezler.

Aslında dünya gözüyle baktığımız zaman dahi bir Yaratıcı’yı kabul etmek inkâr etmekten daha kolay ve daha kârlıdır.

Çünkü bir sığınak bir dayanak gereklidir insana.

Aynı zamanda bu hayatta çaresizlik kadar zor bir şey yoktur.

Bunu bir örnekle açıklayalım:

Mesela birini düşünelim, bu kişinin çok sevdiği bir yakını trafik kazası geçirdi ve yoğun bakımda ölümle pençeleşiyor. Doktorlar da ümit beklememesini söylüyor.

Eğer bu kişi Müslümansa umut bekleyip, el açabileceği, yardım isteyebileceği biri vardır.

Evet zor durumdadır fakat “Dua eden adam anlar ki ‘birisi var’ onun hâtırât-ı kalbini işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına meded eder.”

Yani onun olmazları olduran bir Rabbi vardır…

Bu durumda inançsız bir insanın beklemekten başka  yapabileceği hiç bir şey yoktur, çaresizdir…

Yani bir Yaratıcı’yı inkâr etmek insanın hayatını da zorlaştırır aslında, ibadetlerin zahmetinden kaçarken daha büyük bir zahmete katlanmak zorunda kalır.

“Düşman topluluğunu izlemekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, kuşkusuz onlar da sizin acı duyduğunuz gibi acı duyuyorlar. Üstelik siz Allah’tan onların ümit edemeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Ayette de denildiği gibi, evet bu hayatta mutlu olduğumuz gibi acı çektiğimiz zamanlar da oluyor ama inançsızlar da acı çekiyor. Fakat bizim güvendiğimiz rahmetine sığındığımız Rabbimiz var.

Kısacası olaya mantıksal bakılınca anlaşılıyor ki biz Müslümanlar inançsızlara göre daha mutlu, huzurlu bir hayat yaşıyoruz.

Ünlü Fransız düşünür, matematikçi ve fizikçi Blaise Pascal’dan ve onun bakış açısıyla dine inanmanın mantıksal çıkarımı üzerine bir yaklaşımdan bahsetmek istiyorum.

Bu yaklaşım dine inanmanın akılcı düşünmenin bir sonucu olduğunu ortaya koyuyor.

Allah ya vardır ya yoktur, iki seçenekten birisi olmak zorunda.

Pascal beklenen değer teorisini kullanarak hayatını dine adaması gerektiğini kanıtladı. Her matematikçi gibi o da bu soruyu bir formüle indirgedi.

Hangisi daha büyüktür?

  1. a) Beklenen değer (hedonizm yani fiziksel yaşamdan zevk alma)

Ya da

  1. b) Beklenen değer (dini hayat)

Varsayım…

  1. a) Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (hedonizmden alınacak zevk) +

Olasılık (ölümden sonra hayat var) * (sonsuza dek lanetlenmek)

  1. b) Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (dinden alınacak zevk)

Olasılık (ölümden sonra hayat var)* (sonsuz mutluluk)

Pascal’ın mantığı çok basitti: Eğer (a) (b)’den büyükse o zaman hedonizme devam edecekti ama

eğer (a) (b)’den küçükse o zaman dindar olmalıydı.

Birkaç varsayımda bulundu, örneğin; sonsuz mutluluğun değeri pozitif sonsuzdu ve sonsuza dek

lanetlenmenin değeri negatif sonsuzdu.

Sonsuz mutluluk = +00

Sonsuza dek lanetlenmek =-00

Eğer bir denklemde sonsuzu kullanırsanız bu diğer her şeyi etkiler, çünkü çok büyük bir sayıdır,

böylece (a) hedonizmin beklenen değeri negatif sonsuz ve (b) dini hayatın beklenen değeri pozitif

sonsuz.

(a) hedonizm = -00 ve (b) din = +00

o zaman

{a)< (b) böylece…

(b) beklenen değer (hedonizm) < beklenen değer (dini hayat)

Ölümden sonra insanın ruhunun yaşamasının veya herhangi bir şekilde bir hayat olmasının olasılığı ne kadar az olursa olsun, Pascal’ın dine bağlı bir hayat yaşamasından beklediği getiri, yine de dünyevi zevklerle hedonistik bir yaşam sürüp de sonsuza dek lanetlenmeyi göze alacağı bir durumun getirisinden daha büyüktür.

Pascal bunu anladığı anda hayatının geri kalanını dine adadı.

Chateaubrand, Pascal için şöyle diyor:

“Bir adam vardı, on iki yaşında çizgiler ve dairelerle bir matematik inşa etti, on altı yaşında eskiçağlardan beri koniler üzerine yazılan eserlerin en iyisini yazdı; on dokuz yaşındayken tümüyle kafada kalan bir bilimi makine hâline soktu; yirmi üç yaşında havanın basıncını göstererek eski fiziğin en büyük yanılgılarından birini ortadan kaldırdı. Öteki insanların henüz adam olmaya başladıkları bu yaşta, insanî bilgiler dairesini baştan sona dolaşarak, onların hiçliğini gördü ve bütün düşüncelerini dine doğru çevirdi.”

Aslında Pascal’ın bu iddiasının kökeni Hz. Ali’ye kadar dayanıyor.

Bir gün, bir müşrik Hz. Ali’yi durdurdu:

“Ya Ali, siz Müslümanlar ölüme ve ölüm ötesine inanıyorsunuz; biz ise inanmıyoruz. Siz cehennemden kurtulmak, cennete girmek için bir sürü ibadet ediyor, mal harcıyor, zahmete giriyorsunuz. Bu zahmete değer mi?

Hem ölümden sonra tekrar dirilmenin olacağı ne malum?” diye sordu.

Hz. Ali (r.a) adamı sükûnetle dinledi, sonra ona şu cevabı verdi:

“Evet, ölümden sonra dirilmek, hesaba çekilmek, cennete veya cehenneme girmek ya senin dediğin gibi yoktur ya da bizim dediğimiz gibi vardır. Önce senin dediğinin doğru olduğunu düşünelim. Ölümden sonra ahiret hayatı yoksa seninle biz aynı durumdayız. Sana da yok bize de yok. Bu arada bizim Yüce Allah için kıldığımız namazların, yaptığımız ibadetlerin, hayır ve iyiliklerin, güzel ahlakın, verdiğimiz zekat ve sadakaların bize bir zararı olmaz. Ama ya ahiret varsa; bizim dediğimiz doğru çıkarsa, senin hâlin nice olur?” diye sordu. Adam, biraz durdu, düşündü ve sonra:

“Vallahi, her iki durumda da siz kazançlısınız, ahiret, cennet ve cehennem varsa vay bizim halimize! Yolunu öğret, ben de Müslüman olacağım.” dedi ve Müslüman oldu, kulluk yoluna adım attı, emniyet dairesine girdi.

Verilen örneklere bakılınca, Allah’a inanmayan bir insan için Allah vardır demenin Allah yoktur demekten daha iyi bir şey olduğu görülmektedir. Çünkü akıllı insan, hiçbir tehlike ihtimali olmayan, en emin yoldan gitmeyi tercih eder.

Hatta toplumumuzda birçok Müslüman da Allah vardır deyip Allah yokmuşcasına yaşar çünkü “yok” demeyi göze alamaz, “var” ihtimaline dayanamaz.

Lakin bu örneklerde bahsedilen, “Allah vardır.” demekten de ötedir aslında. Allah’a inanan kişinin tam anlamıyla Allah’ın istediklerini yapması ve teslimiyeti anlamındadır…

“Cenâb-ı Hakkı bulan neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden neyi kazanır?”

“Onu bulan her şeyi bulur. Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur.”