İnsan acizdir. Ve bir hayli zaiftir. Bazen bize verilen imtihanların üstesinden gelemeyiz. Bazen de hiç kimsenin başarılı olamayacağı kadar muzaffer oluruz. Hayatımız düşüp kalkmaktan ibarettir. Ama gün olur bir gün ayağımız öyle bir çukura denk gelir ki düştüğümüzde kalkamayız. Afallamak iliklerine kadar hissettiğin tek duygu olur. Ve yorgunsundur zaten. Çıkamıyorsun o derin çukurdan. Azmin ve çaban bir müddet sonra yok olur. Tek başınasın. Yalnızlık acı veriyor değil mi? O an kibrin ve gururun bile terk etmiş seni. O çukarda sen sadece acizliğinle başbaşasın…
‘’Birisi el uzatsa… birisi yardım etse… kimse yok mu… hiç mi?’’
Kalkamazsın bir türlü ayağa. Zor gelir. Hâlbuki daha yeni yanındaydı o dünyalar kadar sevdiklerin. Şimdi fark ettin değil mi? Dünyalar kadar dediğin bir ‘’hiç’’.

Peki neden bir beşere ihtiyaç duyarız en ihtiyaç duyduğumuz anda. Hâlbuki ihtiyaç duyan nasıl ihtiyaca koşabilir? O da aciz değil mi? O da ihtiyaç sahibi değil mi? Peki olmadığını nasıl verebilir?
DEMEK Kİ medet umduğumuz ADRES YANLIŞ.
O zaman bizler acizliğimizi bir haram sevdanın omuzlarında gözyaşlarımızı silerken kirletmişiz. O çukurdaki çamurdan daha kirli olan bu acizlik ikliminde nasıl papatyalar açabilir?
Çırpındıkça batıyorsun. Tek çaren duadır. Dua öyle bir bağ ki… İstersen Magma’ya kadar düş. Tuttu mu kaldırır seni. Alay-i illiyyine çıkarır.
Hicret vakti gelmiştir o pis çukurdan gök kadar temiz bir yaşama… Ama ümitsiz ve yorgunsun. Hatrına birden;
Yunus’u yemeyen balık…
İsmail’i kesmeyen bıçak…
İbrahim’i yakmayan ateş… gelir. Tebessüm eder,utanırsın.
Unuttuğun O ZAT sana kendini hatırlatır.
Rasûlullah’ın Ebubekir ile yaptığı hicreti hatırlatır. La Tahzen demeyi hatırlatır. Ebubekir olursun o çaresiz hissettiğin anda.
Rasûlullah “Üzülme.” demişti “Allah bizimle.” Ebubekir gibi yüreğin yumuşar bunları hatırlayınca. Gözlerin yaşlarla ittifak hâlindedir. Ve o acizlik ikliminin topraklarını tövbe eden gözyaşlarınla sularsın.
Ah… Acizliğimin papatyalar mevsimi hoş geldin!
Ve anlarsın ki düştüğün çukurun çamurunu Allah senin için cennette saray inşa etmek için kullanır.
Bir güç silkeler seni. Kendine gelirsin ve şu ayetle aşarsın tüm engelleri:
‘’Gevşemeyin,hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.’’
İşte bu defa kalbinin navigasyonu doğru adresi bulmuştur.

LA TAHZEN! Üzülme. Bu yol çetin yoldur. Her düştüğünde ‘’yapamıyorum’’ deme. Emekleme ayında koşamazsın, henüz dişlerin çıkmadan konuşamazsın, ellerin olmadan tutamazsın. Sabret…Ve O’na (cc) güven. Dişin çıkacağı zaman çektiğin sancılar midene muvaffak olmanın habercisi ise…Bu her düştüğünde çektiğin acılar ileride başaracaklarının işareti olabilir. Yapman gereken acıların üstüne sabır baharatından bir tutam dökmek olacak. Sonra yemeğini afiyetle yiyeceksin. Ne demişti yazar:

“Hem unutma Allah onun için hicret edenlerin yanındadır. Bazen bir örümcek ağında bazen de bir kuşun kanadında…”

Sadece O’na güven, O’na sığın, O’na teslim ol.
Hasbunallah venimel vekil!
Allah bize yeter o ne güzel vekildir….

Ve bu sabırla harmanlanmış papatya kokan yazımı, Tarihçe-i Hayat’taki Üstad kokan şu satırlarla son vermek istiyorum…

‘’Zira, madem ki bir insan Cenâb-ı Hakkın hıfz ve himayesinde bulunmak nimetine mazhar olmuştur; artık onun için korku, endişe, üzüntü, yılma, usanma ve saire gibi şeyler bahis mevzuu olamaz. Allah’ın nuruyla nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir? Her an huzur-u İlâhî’de bulunmak bahtiyarlığına eren bir kulun ruhunu, hangi fâni emel ve arzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespâye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve tesellî edebilir.’’

Allah’tır onun yârı, mürebbîsi, velîsi;
Andıkça bütün nur oluyor duygusu, hissi.

Yükselmededir mârifet iklimine her an,
Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna Kur’ân…

Kur’ân ona yâd ettiriyor “Bezm-i Elest”i.
şık, o tecellînin ezelden beri mesti.