Dışarıda bunaltıcı bir hava var ama biz arabanın içinde klima açık bir yandan müzik dinliyoruz bir yandan meyve yiyoruz keyfimize diyecek yok. Türküler çalıyor eşlik ediyoruz hep bir ağızdan. Hatta dinlediğimiz türkülerden birinin size iki üç mısrasını yazayım:
Dünyayı sevenler veli değildir, canım değildir.
Canı terk edenler deli değildir.
İnsanoğlu gamdan
hali değildir…

Türkü bitti ama ben hafiften mırıldanıyorum. Yaslandım koltuğa başım sağa düştü. Gözüm takıldı, dağlardaki yeşilliklere. Bu arada güneş de usulca dağların ardından kaybolmaya niyetlenmiş. Rabbim’e şükürler olsun dağlara nispeten küçücük kalan gözlerim, hatta dağları geçin güneşe nazaran zerre olan gözlerim için böyle manzaralar sergileyen Kadir-i Zülcelal’e binlerce kez hamd olsun. Yol yorgunluğu uykusuzluk iyice bastırdı ve kimseden çıt çıkmaz oldu. Mehmet başladı “Acaba formasyon sınavım ne olacak?” Ceyhun başladı “Dükkânı açacağım yarın kim kalkacak erkenden?” Mustafa elinde telefon iş derdine düşmüş müşterilerinin işlerini hâlletmeye uğraşıyor, Uğur’da da antrenmanlar başlayacak gibi bir kaygı peyda etti. Aynı şekilde bende de kaygılar aldı başını gitti. Sınavlar açıklanacak, acaba kaldım mı geçtim mi? Al işte gördünüz değil mi? Bunların hepsi 5 dakika içinde oldu. Hani çok mutluyduk hani dert tasa yoktu. Sonradan gözlerim yeşilliklere takıldı. Bir anda uyandım ve bağırdım arabada.

Kardeşlerim TEVEKKÜL ETMEK LAZIM!

Gerçekten öyle değil mi? Allah’a tevekkül etmeyen insan, bütün ihtiyaçlarını kendi gücüyle karşılayabileceğini ve yine bütün düşmanlarını da o aciz kuvvetiyle etkisiz hâle getirebileceği vehmine kapılıyor.

Ha bu arada tevekkül; sözlükte “birisini vekil edinmek, işini ona bırakmak, işi başkasına ısmarlamak” gibi manalara gelir. Kavram olarak ise tevekkül: “Bir sonuca ulaşmak için gerekli olan sebeplere teşebbüs ettikten sonra başarıyı Allah’tan beklemek, O’nun takdirine razı olmak.” demektir.

Tevekkül, bütün canlıların hatta cansızlar âleminin de yaratılışlarında var.
Toprağın altında bekleşen tohumlar, dağın en tepesinde insanların ulaşamayacağı yerde yetişen bir ot, suyumu kim verecek, hava nereden gelecek, ışığım yeterli olacak mı derdine girmez kardeşlerim. Yumurtalarını binlerce kilometreden gelip uzak denizlere bırakıp geri dönen balıklar, rızık kaygısına düşmeden ve doğum kontrolü hesabına girmeden yavru yapan hayvanlar ve nihayet yollarını bilmeden süratle dönen gezegenler birer tevekkül sahnesi sergiliyorlar.

Peki, biz ne yapıyoruz?

Tevekkül ettik deyip hâlâ sebeplerde takılıp kalıyor muyuz? Evet, acaba Allah’a güvenmiyor muyuz? Hakkınızı helal edin. Ben önce kendi nefsime sesleniyorum.

Ve üstadım Bediüzzaman Said Nursi bakın ne diyor:

“Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer: Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye (gemiye) birer bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder. Diğeri, hem ahmak, hem mağrur olduğundan, yükünü yere bırakmıyor. Ona denildi:
‘Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.’
O dedi:
‘Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur. Ben kuvvetliyim; malımı belimde ve başımda muhafaza edeceğim.’
Yine ona denildi:
‘Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye (geminin kaptanı) daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükünle beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın, gittikçe ağırlaşan şu yüklere takat getiremeyecek. Kaptan dahi, eğer seni bu hâlde görse, ya divanedir diye seni tardedecek;
‘Haindir, gemimizi itham ediyor, bizimle istihza (alay) ediyor. Hapsedilsin.’ diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünkü ehl-i dikkat nazarında zaafı gösteren tekebbürünle (kibirlenme), aczi gösteren gururunla, riyayı ve zilleti gösteren tasannuyla (yapmacıklık) kendini halka müdhike (gülünç) yaptın. Herkes sana gülüyor.’ denildikten sonra o biçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu.
‘Oh, Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum.’ dedi.
İşte, ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Ta bütün
kâinatın dilenciliğinden ve her hadisenin karşısında titremekten ve hodfuruşluktan (kendini beğenmek) ve maskaralıktan ve şekavet-i uhreviyeden (ahretteki mutsuzluktan) ve tazyikat-ı dünyeviye (dünya sıkıntıları) hapsinden kurtulasın.” –Risale-i Nur/23.Söz