Büyüdük, bir an önce büyümek isterken.
Büyüdük ve pişman olduk koskocaman.

Artık her aldatıcı şey, pis yüzünü de gösterir oldu, biz bilmiyorduk bunu. Biz güçlü olmak için büyümek istedik, süt de çok içtik. Ama kimse ağır yük altında ezilenlerin güçlüler olduğunu anlatmamıştı. Ne olacaksın büyüyünce dediler, doktor dedik. Bilmiyorduk acı çekenler çalarmış kapını. Ama hiç düşünmemiştik insan olacağım demeyi. Büyüyünce insan olamama ihtimalini düşünmemiştik ve yaşamayı hayal etmiştik. Bilmiyorduk kalplerin öldüğünü ve insan görünen sırtlanların da olduğunu. Çocuktuk ve öyle baktık dünyaya. El salladık uçaklara sanki bize korna çalarlarmış gibi. Seksek çizdik yere tuğla parçalarıyla ve yorulduk akşama kadar bisiklet sürmekten. Sonra eve geldik ve annemizi sıcak yemekleri çoktan hazırlamış bulduk.

Bilmiyorduk aç kalmamak için çabalamak ne demek. Sonra içtik sütümüzü, büyümek için. Artık yatma vakti gelmişti, girdik yorganın altına. Ve bizim gece yatmadan ettiğimiz dualarımız vardı. Her şeyi sıralardık bıkmadan. Ondan sonra dalardık uykuya. Kötü bir rüya görsek o kadar ödümüz patlardı ki, bilmiyorduk. Bilmiyorduk büyüyünce kötü rüyaların uyanıkken görüldüğünü. Ve büyüyünce uykuya kaçıldığını. Çünkü temizdik ve günah değmemişti kalplerimize. Kalp aynamız berraktı ve ondan bakıyorduk dünyaya. Bizim duamız kabul olurmuş diye bizden dua isterdi büyükler. Çok severdi Rabbimiz bizi bilirdik. Ve hep ondan isterdik. Kimse bilmezdi ama O bilirdi, içimizden O’nunla konuştuğumuz gündüzlerimiz vardı. Biz çocuktuk, ama anlardık insanın iyisini. Ve ağlardık… Ağlardık bağıra bağıra, kimselerden çekinmeden. Gülünce de yapmacık değil büyük gülerdik. Küçükler büyük gülerdi değil mi?

Sonra ne oldu, anlayamadık. Büyüdük, ağlayamadık. Fark ettik insanların çirkin yüzünü. Dertlenir olduk. Kalp nasıl ağrırmış öğrendik bir bir. Masumiyet mi? Yavaş yavaş gitti… Uyurken bile gözükmez oldu yüzümüzde. Günah değdi kalp aynamıza, oradan bakarken dünyaya, siyahı kör etti gözümüzü.

Nasıl oldu ama oldu. Fark etmiyor muyuz, kendimizde ve çevremizde? Biz küçükken hiç böyle değildik. Bencilleşti nesil ve yaşamayı hayatta kalma mücadelesi diye öğrettiler bize. Menfaatsiz sevmek annemize münhasır kaldı. Şu gençlik vaktinde neler gördük 😵 ve büyükler siz daha ne yaşadınız ki dediler.

Sonra günahlar arttı aynamızda. Silmekten kaçtık. Ve işte o zaman unuttuk çocuk olmayı. İmtihan başladı. İmtihanda olduğumuzu unuttuk. Hayatımız vazgeçilmez gelen günahlarla doldu. Gece etmeden uyumadığımız dualarımızı da unuttuk. Ve biz bıraktık Rabbimiz’le dertleşmeyi. O’nu da unuttuk. Ve O’nun bizi unutmadığını da unuttuk. Kaybettik bir bir saatleri ve çocukluk gibi terk edecek yavaş yavaş gençlik de bizi. Ölümü en kötü şey sanar olduk. Dünyayı ahiretten güzel mi bulduk? Mutluluk aramaya başladık ve iptal-i hissi mutluluk sandık. Boşluğa düştü ruhumuz. Çünkü biz ne için burada olduğumuzu da unuttuk.

🍂 “Uzağa değil, o kabristana baktım, kalbime ihtar edildi ki: ‘Bu senin etrafındaki kabristanın yüz İstanbul içinde vardır. Çünki yüz defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul halkını buraya boşaltan bir Hâkim-i Kadîr’in hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın, sen de gideceksin.’ Ben kabristandan çıkıp, bu dehşetli hayal ile Sultan Eyyüb Câmii’nin mahfelindeki küçük bir odaya çok defa girdiğim gibi, bu defa da girdim. Düşündüm ki; ben üç cihette misafirim; bu menzilcikte misafir olduğum gibi, İstanbul’da da misafirim, dünyada da misafirim. Misafir, yolunu düşünmeli. Nasıl ki bu odadan çıkacağım, bir gün de İstanbul’dan çıkacağım, diğer bir gün de dünyadan çıkacağım.” (1)

🔊 “Evet şu güzeran-ı hayat bir uykudur, bir rü’ya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider…

Madem hakikat böyledir; gel ey hayata çok müştak ve ömre çok talib ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emeller ile ve elemler ile mübtela bedbaht nefsim! Uyan, aklını başına al! Nasıl ki yıldız böceği, kendi ışıkçığına itimad eder; gecenin hadsiz zulümatında kalır. Bal arısı, kendine güvenmediği için, gündüzün güneşini bulur. Bütün dostları olan çiçekleri, Güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder. Öyle de: Kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan; yıldız böceği gibi olursun. Eğer sen, fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda feda etsen, bal arısı gibi olursun. Hadsiz bir nur-u vücud bulursun. Hem feda et. Çünki şu vücud, sende vedia ve emanettir.

Hem onun mülküdür, hem o vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et; tâ beka bulsun. Çünki nefy-i nefy, isbattır. Yani: Yok, yok ise; o vardır. Yok, yok olsa; var olur.

Hâlık-ı Kerim, kendi mülkünü senden satın alıyor. Cennet gibi büyük bir fiatı verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor. Kıymetini yükselttiriyor. Yine sana, hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir. Öyle ise, ey nefsim! Hiç durma. Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap.” (2)

Evet çocukluk gibi gençlik de gidecek. Ve ihtiyarlık da… Bu eller bu ayaklar dahi bizde kalmayacak. Bunları unutmak ise sadece ama sadece kaybettirecek. İptal-i his çeşidinden bir gaflet bizi hakikî mutlu etmeyecek, mutluluk ve huzur bu değil.🎈 Bu kalbin bir sahibi var ve onu Kendi için yarattı💓. Ne kadar uzağa kaçarsak kaçalım, kalbimiz ve ruhumuz sahibinden uzak kaldığı her an can çekişecek. Hadsiz elemler, arzular bükecek ve O’ndan başka kimsenin bizi doğrultmaya gücü yetmeyecek. Her şey ölüme mahkûm ve O’ndan başka kalbimizi bağladığımız her şey terk edecek bizi. Oysa O’nu tanıyan ve seven bilir ki her şey O’nun mülküdür, O vermiştir. Bizi güldüren de, bizi asıl seven de O’dur.

💗 “Evet aç bir arslan, zaîf bir yavrusunu kendi nefsine tercih ederek, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna vermesi; hem korkak tavuk, yavrusunu himaye için ite, arslana saldırması; hem incir ağacı kendi çamur yiyerek yavrusu olan meyvelerine hâlis süt vermesi, bilbedahe nihayetsiz Rahîm, Kerim, Şefîk bir zâtın hesabıyla hareket ettiklerini kör olmayana gösteriyorlar. Evet nebatat ve behimiyat gibi şuursuzların gayet derecede şuurkârane ve hakîmane işler görmesi bizzarure gösterir ki: Gayet derecede Alîm ve Hakîm birisi vardır ki, onları işlettiriyor. Onlar, onun namıyla işliyorlar.” (3)

Tek bâki O ve biz O’na döneceğiz. Zaman geçiyor. Saçma sapan sayfalar dolusu ütopik romanlarla, filmlerle, dizilerle, sınavlarla, telaşlarla, asla sonsuza kadar süremeyecek her dünya dolusu şeyle…

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki: 📌 “Allah(c.c.), niyeti ‘önce ahiret’ olana dünyayı da verir. Ama niyeti ‘sadece dünya’ olana, ahireti vermez.”

Sonsuza yolcu, burada misafiriz. Misafir yolunu düşünmeli. Bu; dünyayı tamamen terk etmek değil, sonsuzunu kazanmak için vesile etmek demek. İnsanın Cennet gibi bir sonsuzu kazanmasından daha büyük bir dava açılabilir mi başına? Bu davayı kazanmak için uğraşmamak ahmaklık değil mi?

“İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hâlbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler.”

(Enbiya Suresi 1.Ayet )


(1) Risalei Nur | Tarihçe-i Hayat

(2) Risalei Nur | Sözler

(3) Risale-i Nur | Sözler