Bugün Allah’ın varlığını gösteren, çok yakınımızda olmasına rağmen çoğu kişinin hatta belki de senin de fark etmediğin bir delilden bahsedicem. 

Ama önce bebekler üzerinde yapılmış çok farklı bir deney var. Gelin önce onu bir konuşalım…. 

Issız Bir Adaya Bir Bebek Bıraksaydık, Allah’ı Bendi Başına Bulabilir miydi? 

2000’lerin başında Yale Üniversitesinde bebekler üzerinde bazı araştırmalar yapıyorlar.

Deney özetle şu şekilde : Bebeklere iyi ve kötü karakterlerde kuklaları kullanarak bi oyun seyrettiriliyor. Önce bir kuklanın diğerine yardım ettiği bölüm oynatılırken daha sonra da başka bir kuklanın bu yardımı engellediği bölüm gösteriliyor. Yani 2 karakter var biri iyi diğeri kötü.

Sonra da bebeklere bu iki kuklayı gösterip hediye olarak birisini seçmesini istiyorlar. Bebeklerin odaklarının dağılması gibi faktörleri de düşünürsek, buna rağmen bebeklerin neredeyse Tamamı iyilik yapan kuklayı seçiyor.  Bu deneyle de iyliğin aslında “doğuştan gelen” bir özellik olduğunu söylüyorlar. 

Buna benzer farklı deneyler de var. Mesela bir diğeri şöyle: 

Oxford Üniversitesinden Prof. Justin Barrett, 57 akademisyenle beraber 20 ülkede çocuklar üzerinde bir araştırma yapıyorlar. Ve yine çocukların doğuştan “doğaüstü güç” fikrine inandığını ortaya koyuyorlar.  

Yani düşün bebeksin “İyiliği bilerek” dünyaya geliyorsun.  Veya “Doğa Üstü Bir Gücü yani Yaratıcı fikrini bilerek doğuyosun. İyi ama nasıl? Bazı özelliklerle dünyaya geliyorsak, o özelliği bize yerleştirerek bizi  gönderen birisi de gerekmez mi? Çünkü iyiyi kötüyü öğrenecek vaktin yok sonuçta değil mi? Veya Allah’ı bilerek doğmak, bir şeye işaret etmiyor mu?

İşte bugünkü konumuz da bu. Allah’ı bize gösteren en yakınımızdaki delilden bahsedeceğiz: “Fıtratımızdan, Kendimizden”. Yani aslında insanın içinde sürekli çalan bir alarm var. Sürekli bize uyarı verip, bizi Allah’a yönlendiriyor.  

Hatta insanın fıtratında öyle 2 özellik var ki, ateist birisi bile bir türlü duygu ve düşünce dünyasından Allah’ı çıkaramıyor. Hangi 2 özellikten bahsediyorum? Birazdan buna gelicem ama önce Fıtratın ne olduğunu biraz daha açmak lazım.

Fıtrat, Allah’ın, varlıkları “kendisini bilip, tanıyacak” bir kabiliyet üzere yaratmasıdır. Yani Allah insanı öyle bir şekilde yaratmış ki, doğuştan içerisinde bir Yaratıcıya yönelme, O’nu bulma özelliğine sahip. 

Mesela bir bebek dünyaya gelir gelmez hemen anne sütüne yönelir! Sanki emme hareketini daha önceden biliyormuş gibi..  İşte Allah insanın fıtratına bu fiili yerleştirmiş öyle dünyaya göndermiş. 

“Allah’a olan inanma” özelliğimiz de yine fıtratımızda var. Allah bizi kendisini rahatlıkla bulabilecek bir yapı üzerine yaratmış. Yani insan durup sadece bu içten gelen mesajı fark etse “beni Yaratan bir Allah var” diyecek. 

Bunu nereden biliyoruz? Mesela yeryüzüne dönüp bir bakalım. Binlerce farklı din ve inanış var. Bulunan, en eski yapıtlardan Göbeklitepe’nin bile bir tapınak, ibadet yeri olduğu tahmin ediliyor.5 

Veya kabilelerin dinlerine baktığımızda orada da Yüce Bir Yaratıcıya inanma kavramını görüyoruz. 

Yani demek istediğim insanın fıtratında bir Yaratıcıya yönelme özelliği olmasa böyle binlerce din ortaya çıkar mıydı? Hayır. 

Tabii yanlış inanışlar ortaya çıkabilir ama buradaki mesele insanlar ister istemez bir şeylere inanıyorlar. Fıtratlarındaki bir alarm onlara sürekli bir hatırlatma yapıyor. Gelen Peygamberlerle de insan, fıtratındaki bu arayışı tam olarak buluyor..  

Nasıl ki acıkmamız yemeğin varlığını gösterir, susamamız suyun varlığına işaret eder, içimizdeki arayış da bir Yaratıcıya işaret ediyor.

Fıtratımızda böyle bir özelliğin olduğunu anlamak için günlük hayatımıza bakmamız yeterli. Mesela başının üstünden bir üzüm salkımı uzatılsa ilk yapacağın dönüp hemen kimin uzattığına bakmak olur. “Kim ikram ediyor” diye sorarsın.. Çünkü biz direkt “ürünle-yapan” arasında bağlantı kuruyoruz.. Sistemimiz böyle çalışıyor.  

Ve bir üzüm tanesinin uzatılması gibi, ağaçların dallarıyla da bizlere meyveler uzatılıyor. Ve soru yine aynı; Bunları ikram eden kim?  

Veya bir gün uyandığında odana bir bilgisayar geldiğini görsen, “bunu mutlaka birisi getirmiştir” diyerek hemen getireni ararsın. “Sonuçta yokluktan kendi kendine çıkacak değil ya” dersin… İşte bunu sana dedirten yine fıtratımızın “yokluktan kendi kendine bir şeyin oluşamayacağını” çok iyi bilmesi aksini düşünememesi..İşte evrenin de yokluktan kendi kendine oluşamayacağını direkt olarak kavrayıp bir Yaratıcıyı fıtraten bulabiliyoruz. Yani aslında Allah’a inanmak insanın en temel özelliği ve en mantıklı bir kararı. Asıl bir Yaratıcıyı kabul etmemek, insanın kendi sistemine ters. 

Peki gelelim başta sorduğumuz soruya.. Bir bebek ıssız bir adaya bırakılsa kendi başına Allah’ı bulabilir miydi? Aslında biraz ipucu verdik, yine fıtratı onu bir arayışa götürecektir. “Ben kimim, önceden yoktum beni yokluktan varlığa getiren biri olmalı. Etrafımdaki varlıklar hepsi nasıl var oldu? gibi onlarca düşünce ve soruyla bunlara cevap arayacaktır. Ve sonra o da kendisini bir Yaratıcıya yönelirken bulacaktır. 

Şöyle bir itiraz akla gelebilir: Madem herkesin fıtratında Allah’a yönelmek var neden o zaman herkes bunu yapmıyor? 

Çünkü birincisi insanda özgür irade var ve ikincisi de fıtrat yanlış yönlendirilebiliyor. Özgür iradeyle kişi bir şeyi doğru da bilse onu tercih etmeyebilir. Veya kurallar, yasaklar kişiye ağır gelebilir. Ayrıca kişi yanlış yönlendirilip, çevrenin kötü etkisiyle de fıtratı bozulabilir. 

Allah’a Yönlendirecek 2 Temel Özellik Nedir?

Ama başta da söylediğim gibi  insanın fıtratında her zaman onu Allah’a yönlendirecek 2 temel özellik var.  

1. insanın kendisinde bulunan zıtlıkların varlığı. Yani, nasıl ki bir ayna, bir cama göre görüntüyü daha net gösterir, çünkü arkası siyahtır bir zıtlık var. Veya elimizde yanan bir kibrit gündüz vakti ışığı pek belli etmezken geceleyin metrelerce uzaktan bile görülebilir. 

İşte  insanda da  zayıflık, acizlik, fakirlik gibi özellikler var.. Böylece insan sayısız ihtiyaçlarıyla bir dayanak noktası arar. Zayıflığına ve acizliğine bakıp, Sonsuz Güç sahibi olan ve acizliğini giderecek olan Allah’ı bulur..Sayısız İhtiyaçlarına bakıp tüm ihtiyaçlarını giderebilecek Kudret sahibi bir arar ve Allah’ı bulur. Yani insandaki bu özellikler gece vakti ışığın belli olması gibi, kişinin Allah’ı daha net bulmasını sağlar.  

2. yön de insanda bazı kısıtlı yeteneklerin olması. Mesela insanda kısıtlı bir ilim, bir güç, görme, işitme gibi özellikler var. İşte bunları bir kıyas yapıp “bende bu özellikler olduğu gibi, demek Sonsuz ilme, kudrete sahip, her şeyi görüp işiten bir Yaratıcı olmalı” der ve Rabbi’ni tanır ve O’nu bulur. Mesela hiç görme özelliğimiz olmasaydı Allah’ın görme sıfatını anlayamayacaktık. İşte Allah da fıtratımıza bu özellikleri vermiş ki, O’nu tanıyıp bulabilelim. Demek yine kendisini, fıtratını gözlemleyen insan Allah’ın özelliklerini keşfedebilir.  

Yani fıtrat insanı Allah’a götüren büyük bir delil. İnsan içten gelen bu arayışını da Peygamberimizle  beraber tam olarak buluyor.  

Zaten İslam Dininin doğruluğunun da en güçlü delillerinden birisi İnsan Fıtratıdır. Nasıl ki anahtarla kilit arasında tam bir uyum varsa İslam’la da insanın fıtratı arasında tam bir uyum var.  

-Mesela İnsan fıtratındaki sonsuzluk isteği – ahiretin varlığına bir delildir. . Veya insandaki Adalet isteği ve zalimlere olan öfkesi bir mahkemenin, cennetin ve cehennemin varlığına delildir. Veya Borç para istediğimiz birinin, alacağını fazlasıyla geri istemesinden rahatsız olmamız, yine faizin yasaklanmasının fıtratla uyumuna delildir.  

Yani özetle islamın getirdiği bilgilerle insanın fıtratı birebir uyum içindedir. İnsan Fıtratına baksa, Allah’ı bulduğu gibi İslamiyet’in doğruluğunu da bulur.  

Gözünü kainata kapatsan da içinde hep bir his Allah diye sana seslenecek. Bazen aradığımız delil en yakınımızdadır, yani kendimizde.. ama fark etmeyiz. Bediüzzaman Hz.’lerinin bir sözü var. Diyor ki: 

“Akıl, gözünü kapasa da, vicdanın gözü daima açıktır.”