“Kardeşim, duanda beni de unutma!”

Kalbi nasıl çarptı bu sese Hazreti Ömer’in acaba… Öyle ya, canımdan bile çok seviyorum dediği Rahmet Peygamberiydi ona kardeşim diyen…

Her insan ister ki dünyadan ahirete şu boğucu ve dağdağalı yolculukta yanına candan bir yoldaş olsun. O yoldaşa baktığında yüzünde güller açsın, her sözü kalbine teselli gibi olsun, beraber aşsınlar zorlukları. Düştüğünde kaldırsın, ihtiyaç anında yanında onu bulsun, yaralı kalbi ona tutunarak ilerlesin ve yolun sonu olan sonsuz hayatta kaldıkları yerden devam etsin muhabbetleri. Ne denir bu yoldaşa? Ne denir bilir misiniz?

Kardeş…
Bu kardeşliğin şartı aynı karında can bulmak mı, hayır değil. Bu kardeşliğin şartı kardeşinde can bulmak.
Öyle diyor Bediüzzaman: “Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.”(1)

Kardeşliğin şartı kardeşinde fani olmaktır. Kendini unutup kardeşinin hissiyatıyla yaşamak… Hazreti Ömer gibi…

Halife Ömerdir o günlerde… Tahsisatlar dağıtılmış, Ömerin oğlu Abdullah’a 200 dirhem verilmişti. Üsame bin Zeyd’e ise 500 dirhem verilmiş. Babasına sorar serzenişle Abdullah bin Ömer, “Neden?” diye.

Ömer der ki:
“Evladım, Resûl-i Ekrem, Üsâme’yi senden, babasını da senin babandan daha çok severdi.”

Rabbimiz diyor ki, “Mü’minler ancak kardeştirler.”(1) Bu ayeti farklı şekillerde anladık çoğu zaman. Fark etmedik ki Rabbimiz mümin olmanın şartını kardeş olmak koşmuş.
Mümin olmak için önce kardeş olmak lazımmış… Bir vücudun organları gibi, biri hasta olsa diğerleri ondan başkasını düşünemez ve onun imdadına koşarmış. Öyle öğretti bizlere Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem.

“Müminlerin birbirlerini sevmede, birlerine merhamet etmede, birlerine karşı şefkat göstermedeki misali, bir organı muzdarip olduğunda, diğer bütün organlarının da -geceyi uykusuz ve sıtma ile geçirip- aynı ıztırabı paylaştığı bir ceset gibidir.” (Buharî, Edeb, 27; Müslim, Bir, 77)

Rabbimiz bize dua etmeyi öğretirken Kur’an-ı Kerim’de, kardeşlerimizi katmış duamıza:

“Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: ‘Ey Rabbimiz bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz Sen Raûf-u Rahîmsin.” (Haşr Suresi, 10. Ayet Meali)

Bir başka hadis-i şerifi de şöyle Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in:

“Müminin mümine karşı tutumu, birbirlerini sağlam ayakta tutan binanın yapıtaşları gibidir.” (Buharî, Edeb, 36)

Bu iki hadis-i şerifin ışığında şu cümleler kazınsın muhtaç kalplerimize:

“Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.
Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa’ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.”(2)

Biz böyle bir vücudun uzuvları ve böyle bir fabrikanın çarklarıyız işte kardeşlerimizle. İyi değilse kardeşimin hâli, ben nasıl iyi olabilirim mümin isem? İki saat aralıksız ağlasa ben iki gün gülmemeliyim.

Bu yüzden dışarıda duysak ki bir genç imansız olmuş, kalbimizin atomları adedince üzülmeliyiz, kalbimiz yerinden çıkmış gibi canımız yanmalı bizim.

Bu yüzden kardeşime her yapılan zulüm uykularımı kaçırmalı!
İyi oku yazdıklarını nefsim! Müminliğin şiarını iyi oku.
Gözlerim kötü görse kardeşimin bir hâlini, yalanlamalı onu kalbim! “Hayır, o öyle yapmaz, onun niyeti güzeldir, ben eminim ki bu kötü işi kalbi istemez onun, o Rabbim’i çok sever.” olmalı benim iç sesim. Onun fikriyle ve onun hissiyatıyla yaşamak budur.
Kırıldıysam ona, Rahman’ın hatırına hiç yapmadı, hiç kırmadı saymalıyım. Onu Rahman kardeş kıldı sonsuzuma dek. Ben kardeşimi kırarsam dünyam yanmalı, Rahman’ın hatrını kırdım mı acaba diye ödüm patlamalı.

“Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder.” (3)

Ben kardeşimin en civanmert kardeşiyim! Yanıyorsa imanı alevlere koşmalı benim bedenim! Cennete onu yanıma almadan nasıl giderim? Rabbim “Kardeşin hani?” derse ne cevap veririm? Oku nefsim yazdıklarını. Müminliğin şiarını…

Bu kardeşliğin karşılığını Allah’tan başkasından beklemeden, kardeşimden hiçbir karşılık beklemeden kardeş olmalıyım ben. Benim sevdiğim gibi sevmesin beni, olsun, ben seveyim de onu. Hayır, hatasız olmasını bekleyemem kardeşimden, zira ben hatasız mıyım ki? Olsun, affetmeliyim hatrımın hatrını, kardeşimin hatrı için hoş görmeliyim benim hatrımın kırılmasını HER DEFA. Onun kırılacağına benim kırılsın daha iyi. İhlasla kardeş olmalıyım, Rahman’ın hatrına…

“Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin.” (4)

Kardeşim, duanda beni de unutma…


(1) Hucurât Suresi
(2) Risale-i Nur | Lem’alar
(3) Risale-i Nur | Lem’alar
(4) Risale-i Nur | Lem’alar