Birçok kanalda faaliyette olan ve yoğun ilgiyle takip edilen sözde “evlenme ve tanışma programları” günümüzde geniş bir kitle tarafından takip edilmekte ve izlenmektedir.
Adından her ne kadar “evlendirme” programları olarak söz edilse de işin aslına mercek tutarsak durumun tam olarak böyle olmadığını göreceğiz.

Enes b. Malik (r.a)’ın rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (a.s) şöyle buyuruyor: “Bir kimse evlenince imanının yarısını elde etmiş olur. Artık diğer yarısı için Allah’tan korksun.”

Birbirlerini tanımadıkları hâlde iki insan yazılmış kaderleriyle evlenip yuva kuruyorlar. Birbirlerinin huylarını, davranışlarını bilmeyen bu iki insan bir çatı altında toplanıyor ve her şeylerini paylaşıyorlar; dertlerini ve zevklerini paylaşarak bir aile oluşturuyorlar. Birbirinin mallarını, canlarını, yediklerini, içtiklerini paylaşacak kadar benzersiz dostluk demek evliliğin belki de en samimi tanımı olacaktır.
Evlilik yani aile hayatı insan ömründe eskisine benzemeyen bir dönemin başlangıcı demektir. Şahsi istekler, şahsi hayatlar ve “benim” hayatım döneminin son bulup artık “biz” hayatının başlangıcıdır. Evlilik, insanın kendine denk bir hayat arkadaşı bularak maddi ve manevi huzur mücadelesine girişmesi fakat bu mücadelede her şeye rağmen mutluluğu yakalayabilmesidir. Evlilik kısaca budur. Evlenmek böyle kutsal bir müessese iken evlilik programlarına baktığımızda evlenmenin “iş, güzellik, boy, mal varlığı, maaş, araba, ev” gibi dünyalık maddelere dayandırıldığını görmekteyiz.

Hâlbuki Efendimiz (a.s) buyuruyor ki: “Kadınla şu dört özelliklerinden dolayı nikâhlanır: Malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanı seç ki mutlu olasın.” (Buhari)

Fakat buradaki dünyalık kriterlerin öncelikli olması dini noktadaki yaşantısının önemini bile getirmiyor gündeme ya da İslamiyet’i yaşayan görünümünde olanların bu programlardaki hâl ve tavırlarından İslamiyet’e verdiği zararlar ortaya çıkıyor.

“Arzu ile Mert’in 10. ayrılığı” ,
“Eda Hanım’ın 40. Talibi ve ona yine hayır demesi”,
“Aslı’nın dans şovu”,
“Zehra ile Mehmet’in büyük tartışması” gibi evlilik maksadının çok ötesinde duran toplum ahlakına ve mahremiyetine büyük darbeler vuran sahnelere tanık oluyoruz. Aile kutsallığını gittikçe yitiren ve son derece tahrip eden görüntüler gözlerimizin önüne seriliyor.
İnsanların âdeta pazarlandığı ve özellikle kadınların sadece somut olarak sergilendiği, itibarsızlaştırıldığı bu rezil tablolar kalbimizde yaralar bırakıyor.

Evlenmek isteyen bir insan evlenebilir hiçbir zorluk, engel yoktur. Bunun programda milyonların önünde her türlü mahremiyetten ve ahlaktan uzak şöhret karesinde yapılmasına hiç gerek yok.

Bu programlara ciddi baktığımızda çok normal insanların olduğunu söyleyemeyiz. Reyting uğruna hevesle teşhir edilen bir topluluktan öte bir şey görünmüyor. Yoksa esasında normal bir insanın canlı yayında sinirlendiği için dans etmesini ya da boşandıktan 5 gün sonra tekrar evlenmek için bu programa müracaat etmesini toplum içindeki kimse normal karşılayamaz. İşte anormal olanı göstererek zaten izleyici kazanmaktır hedefleri ve neticesinde vaktini çöpe atan belki de milyonlarca insan!

İzlenme sayıları ne yazık ki sadece televizyonla da sınırlı değil sosyal medyada ilgili programların özel hesaplarının “X kişisinin Y kişisiyle tartışması izle” gibi paylaşımları da milyonlarca tıklanmaya ulaşıyor. Binlerce kişinin sonuna kadar izlediği ve zerre kadar faydası olmayan dakikalar, saatler faturası veriliyor elimize.

Burada düşünüp şunu sormak gerekiyor: “Müslüman’ın bunları izlemeye ihtiyacı var mı?”
Baktığımız zaman büyük bir kesim evlilik programlarından şikâyetçi bu hususta RTÜK’e sadece son bir yılda 90 bin civarı şikayet gitti ancak izlenme rakamları bu şikâyetleri doğrular gibi değil.
Yani bu programların var olmasını desteklemeyip izleyen bir kesim de söz konusu .
Bundan da anlaşılacağı gibi düşündüğü gibi yaşamayan bir kitle mevcut.
“Ömür sermayesi pek azdır, lüzumlu işler pek çoktur.” – Bediüzzaman Said Nursi

Şunu unutmayalım ki ahirette her şeyden hesap vereceğiz ve buna meşguliyetimiz de dahil olacak. Her gün 3-4 saat vakti bu programlara sarf ederek ardından kendimizde ve ailemizde bıraktığı manevi ve ahlakî hasarı da beraberinde tutarak hiçbir şekilde mantıklı bir iş yapmış olamayız. İki çiftin medyatik ayrılığına üzülüp ağlayan bir teyzenin dünyanın bir ucundaki savaşın içinde annesiz, babasız kalmış bir çocuktan bihaber olması çok acı değil midir?

Müslüman her dakikasını bir altın bilmeli ve her günün Allah’ın bir cennet teklifi olduğunu unutmamalı. Şu ayetteki müjdeli kişi olmalı, bunun için çabalamalıdır: “Ve onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Boş yere söylenilen sözden ve işlerden sakınırlar.” (Mü’minun, 23/3)

Tamamen dünyalık bir amaç uğruna adanmış kriterleri taşıyan bu evlilik programları size “Hz. Muhammed (a.s)‘in Hz.Aişe (r.a)‘a olan aşkını” anlatmayacaktır ayrıca.

Hayat bize verilmiş bir garanti değil sadece emanet ve belki de içini doldurmamız istenen bir heybe…
Bu gibi bize hiçbir yararı olmayan malayani meşguliyetimiz, dünyalık hayatımızın yanında ahiret hayatımızda da bize zarar veriyor. Hâlbuki meşguliyetimizi Hakk’a çevirdiğimizde zaten bu gibi şeylerle olan meşguliyetimiz son bulacak ve Allah bizim kalbimizi bunlara karşı soğutacaktır.

Allah’ın yarattığı mükemmel sanatlarla ilgilenmek, muhteşem bir insan olan Efendimiz (a.s)‘in hayatını öğrenerek ona benzemeye çalışmak, Kur’an-ı Kerim okumak ve onun tefsirini okumak, insanlara anlatmak ve helal dairede sınırsız eğlenmek yaşamı en güzel ve keyifli kılan sebeplerdir.

Neden verilmiş 60- 70 yıllık hayatımızın günde 3-4 saatini bunlara verelim ki?
Neden günahlar silsilesi kuralım ki durmadan, kendimize zarar vererek kesinlikle pişman olacağımızı bilerek?
Hiçbirine gerek yok.

İhtiyacımız olan sonsuz pişmanlık değil, sadece bir tövbe.
Ve sen izleme izlettirme, çünkü bunları izlemeyi hak etmiyorsun Müslüman!

“Madem helâl dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazen bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette, gençlik nimetine bir şükür olarak, o tatlı nimeti iffette, istikamette sarf etmek lâzım ve elzemdir.” (Şualar, On Birinci Şua)