İzmir’de sabah ezanını duymak herkese nasip olmaz. Belediyeye para önerip camiyi şikâyet eden bir zihniyet olursa tabii ki de insan buna ülkesinde hasret kalabilir.

Benim durum biraz farklı, öğrenciliğimde evim bir sene boyunca caminin yanındaydı. Camimiz gerçekten çok güzeldi, avlusu geniş ve etrafı çınar ağaçlarıyla çevriliydi. Tam yanında da stadyum vardı. Maç izlemek keyifliydi. Ali Sami Yen’de, Şükrü Saraçoğlu’nda böyle maç izlenmez o derece yani.

Avlusu demişken anlatmadan geçmeyeyim. Avlunun tam başında iki tane musalla taşı vardı. Cami bahçesinde banklara oturduğunuzda onları görüp ölümü hatırlamamak imkânsız. Okuldan eve gelirken öğle namazı veya ikindi namazı vakitlerinde hemen hemen her gün o musalla taşları dolu olurdu. Cenaze namazları kılınırken, kılmadığım namazlar kulağıma tüm ürkütücülüğüyle fısıldardı: “Ey Serkan senin de namazını kılacaklar, kıl namazı.” Evet, nasihat istersen ölüm yeter kardeşim.

Ölüm soğuktur, ansızın gelir çatar kapına. Ecel gizli olduğu için genç ihtiyar fark etmeyerek her vakit ecel celladı, başını kesmek için gelebilir. Şimdi delikanlılık yapıp “Varsın gelsin.” demek kolaydır. Yaşanmadan bilinmez fakat bu film bir kere oynar tekrarı olmayacak. Peki, sen filmdeki rolünün hakkını verebilecek misin?

Bu düşünceler silsilesi içinde gündüz geceye değişti. Uyumadan önce sabah namazını camide kılacağım diye karar aldım. Saat 5 civarı sabah ezanıyla uyandım. Şeytan iş başında, hâliyle zor geldi ama kırdım şeytanın bacağını. Banyoya girdim abdest alıyorum. Şeytan baktı ki bu çocuk namaza cidden niyetli. Bari camiye gitmesin evinde kılsın diye uğraşmaya başladı çakal. Abdest aldıktan sonra caminin girişini gören balkona çıktım.

Hava hafiften soğuktu. Kendime geleyim diye 2 3 dakika durayım dedim. Zaten bilirsiniz camide sabah ezanından sonra hemen kılınmaz namaz. Cemaat gelsin diye biraz beklenir. O esnada Kur’an-ı Kerim okunur genelde. Camiden hocanın Kur’an-ı Kerim okuma sesleri geliyordu. Kafamı sola çevirdim yolun en başından, uzak bir mesafeden siyah bir şey belirdi. Çok ağır hareket ederek yaklaşıyordu. İlk önce ne olduğunu sezemedim ve merakla bekledim. Ve gördüğüme inanamadım…

Yaşlı iki büklüm bir amca…

Ayaklarını sürerek geliyor. Kaldıramıyor ayaklarını. Bir elinde baston diğer eliyle stadyumun duvarına tutunmuş ağır ağır geliyordu. Caminin girişine kadar geldi. Etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra: “Bugün de şükürler olsun Rabbime, beni terk etmedi, huzuruna kabul etti.” dercesine bir duruşu vardı. Bana zahmet gelen neden ona rahmet gelmişti. Bence o yaşlı amca kimin huzuruna kimin kapısına vardığının farkındaydı. Biraz soluk aldıktan sonra camiye girdi. Ve adımını attı, bana uzak ona yakın olan huzur kapısına. O amcanın durumundan daha zor durumdaydım o en azından yürüyordu, ben ise ağlamaktan kıpırdayamıyordum yerimden. O hâliyle benim gençliğime meydan okumuştu.

Gözlerim yaşlı indim camiye. Amcanın yanında safa durdum. İnanır mısınız yüzünde o kadar tatlı bir tebessüm vardı ki anlatmak cidden zor, tarifi yok. Gideyim konuşayım dedim utandım hâlimden hızlıca uzaklaştım ve sessizce utanarak gidip uyudum. Gülmek hani genç insanlara verilmişti. Unutmuşum ihtiyarlığı ve ölümü…

Genç kardeşlerim sizler de biliyorsunuz ki bu gençlik hiç şüphe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek.

Hiç yaşlanacağın aklına geliyor mu? Yoksa okul bitsin ya da işe gireyim ya da emekli olayım diye namazı erteleyenlerden misin? Yaşlılığı geçtim ya şimdi ölürsen? İnan bana aklında binlerce planla gömerler adamı.

Şimdi kardeşlerim, desek ki her gün genelkurmay seni bir kere ayağına çağıracak gitmeyen olur mu? Sanmıyorum, gideceksiniz. Ya çok sevdiğiniz âşık olduğunuz kız ya da erkek arkadaşınız size yarın için randevu verecek. Akşamdan ne giysem diye hazırlık yapar sabırsızlıkla beklersiniz.

Kardeşim çağıran başbakan, genelkurmay değil. Seni ve onları yaratan Allah bir kere değil tam beş kere seni huzuruna çağırıyor sen gitmiyorsun. Bir insanı sevdiğinizi ya lisan-i kal ile yani dilinizle söylersiniz ya da lisan-i hâl yani davranışlarınızla hâl ve hareketlerinizle bunu belirtirsiniz, dilinizle sevdiğinizi belirtmeseniz de olur.

Şimdi sorsam Allah’ı seviyor musunuz diye, biliyorum ki “Olur mu kardeşim öyle şey haşa tövbe tabii ki de seviyorum.” diyeceksiniz. Fakat günde beş kere okunan ezanı duymazlıktan gelerek hâlâ namaz için doğrulmuyor ve unutuyorsan. Hâlâ nasıl sevdiğini söyleyebiliyorsun?

Allah’ım senin cennetine ihtiyacım yok. Şu an senin namazından daha önemli işlerim var. Ben seni sevmiyorum, kız arkadaşım, erkek arkadaşım senden daha önemli demekten ne farkı kaldı? Şu an meşgulüm uğraşamam senin emrettiğin namazla demekten ne farkı kaldı ki?

Kişi sevdiğine benzer, sevdiğini memnun etmeye uğraşır. Biz kimi seviyoruz kime kulluk ediyoruz. Kula kulluk etmekten sıkılmadın mı kardeşim? Tutunduğun yardım dalları kırılıp elinizde kalmadı mı?

Azıcık insaf varsa, azıcık aklını kaybetmediysen ve namaz kılamıyorsan otur da düşün:

“Acaba bu gün ne yaptım da Allah beni huzuruna kabul etmedi?”

Gel kardeşim O’nun rahmeti merhameti sonsuzdur. Sen yeter ki iste.

İstemeyi vermeseydi, vermeyi istemezdi.

Hadi dostum Akıllı bir insan için her gün yeni bir gündür. Unutma Efendimiz (s.a.v) hadis-i şerifinde “ERTELEYENLER HELAK OLDU.” demiştir.

SEN DE ERTELEME, O MUSALLA TAŞINDA BİR GÜN SEN DE OLACAKSIN…