Uzun bir aradan sonra çok kıymetli bir hikâyeyi sizlere aktarmak için tekrar aldım elime kalemi. Dinlediğimde öylesine etkilendim ki yazarken adeta bir sonraki cümleyi sabırsızlıkla bekliyor vaziyetteyim.

Hikâye, yaşanmış gerçek bir öykü; başkahramanı ise Hacı Dede; yani anneannemin amcası. Geçen gün dedemin rahatsızlandığını öğrendim ve hemen yanına koşup duasını almak istedim. -Sizlerden de bu ağır hastalığı için dua istemeyi vazife biliyorum.-

Kars’ta Evliya camisinin uzun süre imamlığını yaptığı için Hafız Muhsin olarak bilinen ve Alvarlı Efe’nin “Âşık der inci-tenden, incinme inci-tenden, kemalde noksan imiş, incinen inci-tenden” satırlarında onu gördüğüm, daima şen şakrak, daima tek derdi İslam olan, daima tek işi Kur’an olan, tanıdığım en güler yüzlü insan olan dedemi oldukça zayıf ve yorgun gördüm.

Hayatında kimseyi incitmeyen ve en mühim işi namaz olan dedemin zoraki gülümsemeleri ve ızdırabı kalbime dokundu. Eğildim, elini öptüm; elimi sımsıkı tuttu ve bu hikâyeyi bana aktardı.

“Hacı Dede vardı. Çok mübarek insandı. Senin de deden sayılır. Efendimiz (a.s.m)’ın siretini çok güzel okurdu. Bir Peygamber aşığıydı, Onun hayatını okumuş ve âşık olmuştu. (Olmamak elde mi?) Bir gün hasta döşeğinde üst pencereden ışık görmüş.

Kars’ta Rus evlerinde pencereler bazı evlerde tavana yakındı. Demiş ki yetişin harmanları mı yakıyorlar. Bakmışlar ki bir şey yok. Uyuyakalmış. Sonra öyle bir rüya görmüş ki rüyasını uyandığında anlatması bir hafta sürmüş, bana öyle dedi, ağlamaktan anlatamıyormuş.

Rüyasında aynı odada o pencereden aynı ışığı görmüş. Sonra odaya bir melek girmiş. Demiş ki beni Resulullah (s.a.v) gönderdi. Seni çağırıyor sen çok güzel Onun siretini okuyormuşsun, gelsin okusun diyor.

Hacı Dede demiş: “Senin bu sebeple geldiğini nereden bileceğim? Bana bir pul getir onun mührünü görmeden inanmam.” Melek bir süre sonra mühürle gelmiş. Sinesine belki ağlayarak basmış mührü koklamış. “Hadi hemen gidelim.” demiş.
Melek onu öyle yükseltmiş ki daha yeryüzü görünmez olmuş. Rüya âleminde sonra Medine’ye gelmiş. Hacı Dede henüz o sırada hacı değilmiş. Daha sonra hacca gittiğinde o yerleri önceden gezmiş gibi biliyormuş. Çünkü rüyada melekle gezmişler.

Derken Resulullah’ın (s.a.v) huzuruna varılmış. Resulullah (s.a.v) öyle bir sıkmış ki adeta yüreği yüreğine değmiş ve coşmuş Hacı Dede. Siret kitabını vermiş Resulullah (s.a.v) “oku” demiş. Hacı dede başlamış okumaya. Resulullah (s.a.v) çok beğenmiş. Meleğe demiş bunu ashabıma götür onlarla da tanışsın.

Hep kitaplarda okuduğu Hz Ebubekir Hz Ömer Hz Osman Hz Ali (ra)’ı görmüş tanışmış dualarını almış. Ona “Sen Resulullah’ın (s.a.v) misafirisin. Biz demeye çok çekiniyoruz. Müminler çok zor durumda. Gidip yardım edelim.” demişler. O zamanlar Çanakkale harbi var. Resulullah’ın (s.a.v) huzuruna girer girmez Resulullah (s.a.v) demiş haydi toparlanın müminlere yardıma gidiyoruz! Hemen atlara binmişler ama Hacı Dede binememiş, at bina kadar yüksekti diye anlattı. Resulullah (s.a.v) binmesine yardım etmiş.

Bir hayli at sürdükten sonra denize gelinmiş. Koca bir geminin yanına varmışlar. Resulullah(sav) buyurmuş senin kulaklarını tıkayayım şimdi Ali nara atacak sen dayanamazsın. Cübbesinin altına başını alıp kulaklarını tıkamış. Hz Ali(ra) öyle bir nara atmış ki adeta Hacı Dede’yi yıldırım çarpar gibi olmuş. Sonra geminin yanı yarılıp gemi batmış. Dedem bu geminin Seyit Ali Çavuşun batırdığı gemi olabileceğini söylüyor.

Uzun olan rüyanın devamında Cehennemin dibinde olan ve azabın gayet şiddetli olduğu Veyl deresi ve Gayya Kuyusuna varırlar. Yanık et kokusu azap çığlıkları dehşetli bir ortam… Öylesine dehşet vermiş ki Hacı Dede uyandığında da onun etkisinden uzun süre kurtulamaz ve devamlı ağlar. Resulullah sav orada Hacı Dedeye hüzünle şöyle der: “Ümmetime söyle. Ümmetimden kim namazını kılmazsa buraya getirilir azapla kıldırılır. Ümmetim namazı terk ettikçe çok üzülüyorum.
Cenab-ı Hakka karşı yüzümü kara çıkartmasınlar, namazlarını kılsınlar.”

Herhâlde başka söze gerek yok, doğru veya değil kıssadan hisseyi alana ne mutlu.

Bediüzzaman’ın şu sözüyle yazımı noktalıyorum:

“Tembellikle namazı terk eden veyahut kıymetini bilmeyen; ne kadar cahil, ne derece hasir, ne kadar zararlı olduğunu bilahare anlar, ama iş işten geçer.”