Hemen her Müslüman’ın bir dönem aklını kurcalayan bir mesele var ki; bu aynı zamanda ateist camianın “Buna yanıt veremezsin.” başlığıyla biz Müslümanlara karşı bir tuzağı olarak önümüze çıkıyor. Evet hak birdir, hakikat tektir. “Öyleyse neden bu kadar çok mezhep ayrımı var?” diyenlerden misin kardeşim. Bu yazımızda İnşaAllah Kur’an-ı Kerim tefsiri Risale-i Nur’lar ışığında sorunuza cevap bulacağız.
Dünya üzerinde popülaritesini devam ettiren 4 hak mezhep mevcut: Hanefi, Şafii, Hanbeli, Maliki. Evet, biz Müslümanlar ekseriyetle bu dört mezhebi biliyoruz. Ancak toplamda 12 hak mezhep ortaya çıkmıştır. Bunların arasında en fazla yer eden ve takip edilen ise saydığımız mezhepler olarak günümüzde devam etmektedir.
En başta meseleye mezhep, müçtehid ve içtihad kavramlarının izahından girilmesini daha isabetli buluyorum. Zira bu kelimeleri anlamadan meseleyi idrak etmek zorlaşabilir.
Evet, hak birdir ancak hakka yürüyen birden fazla yol olması hakikati bölmez aksine kuvvetlendirir. Aynı bir ağaç gibidir, hakikat. Gövdesi İslam olan, kolları ve dalları YOL olan bir ağaç. İşte biz bu YOL’lara Mezhep diyoruz. Bu mezhepleri kuranlara ise müçtehid imamlar denir. Mesela; Hanefi mezhebinin kurucusu İmam Azam Ebu Hanife, Şafi mezhebinin İmam Şafii, Hanbeli mezhebinin İmam Ahmed İbn-i Hanbel ve Maliki mezhebinin ise İmam-ı Malik’tir. Bu imamların hepside Hz. Muhammed (aleyhisselatu vesselam)’in şeriatını aynıyla tatbik ediyor; sadece ucu açık bırakılan meselelere Kur’an ve hadisler ışığında tercüman olup kolaylık sağlıyorlar. Bu mezheplerin kurucusu olan kişiler Öyle sıradan Müçtehidler değillerdir. Kur’an-ı Kerim’deki tüm ayetleri hafızasına nakşeden ve hayatına geçirmeye çalışan, ayrıca Hadis-i Şeriflerin büyük kısmını ezberden bilen, efendimizin hayatını aynelyakin yaşamışçasına derinden solumuş imamlardır.
Eğer kafamızda kurguladığımız müçtehidlikten kasıt etrafımızda ya da medya’da gördüğümüz hocalardan ibaretse yanlış yerdesin demektir. Zira bahsini ettiğimiz insanlar aklen anlaşılabilecek bir boyutta değil, Kur’an’laşmış ve Peygamberle bütünleşmiş imamlardır. İmam-ı Hanbel 1 Milyon Hadisi, İmam-ı Azam ise 500.000 Hadisi ezberden biliyorlardı. Bunun yanında tüm ayetleri ve efendimizin hayatına dair detayları da aynıyla bilip harmanlayan ve sindiren insanlardır. Bu imamlar başka imamlarla ne kıyas kabul eder ne de zan.
Burada bilinmesi gereken bir diğer mesele’de şeriat kelimesinin manasıdır. Şeriat: yol demektir. Bu yoldan kasıt ise İslam yoludur. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirilen Kur’an-ı Kerim yolu ve dolayısıyla Hakkın yoludur. Hakkın kanunlarına uymak ve tasdik etmektir. Yani Şeriat aynıdır. Mezhepler bunu değiştirmez, değiştiremez. Sadece yol açar ve ulaştırır. Ağacın gövdesini teşkil eden işte bu Şeriat’tır. Ve peygamberlerin de kendi dönemlerinde farklı şeriatlar olmuştur. Hatta öyle ki aynı anda ve iki ayrı kıt’aya gönderilen peygamberler dahi farklı şeriat uygulamışlardır. Peki neden? 124.000 Peygamber’de tek bir hakka işaret ederken neden aynı anda farklı şeriat uygulanmış. Hz. Peygamber (aleyhisselatu vesselam)’ın Şeriat’ı bir iken neden farklı yollar açılmış? Şimdi bu soruların cevabına Risale-i Nurlardan cevap vermeye başlıyoruz.
“ASIRLARA GÖRE şeriatler değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatler, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’l-Enbiyadan sonra, şeriat-i kübrâsı her asırda her kavme kâfi geldiğinden, muhtelif şeriatlere ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.”
Evet, aynı asırda her kavme farklı farklı Peygamberler geldiği olmuştur ve dolayısıyla her peygamberinde şeriatı farklı olmuştur. Örneğin, aynı anda Asya ve Avrupa gibi 2 ayrı kıt’aya gelen iki peygamberden biri Şu helaldir derken diğeri Haramdır demiştir. Bunun sebebi ise; Hitap ettikleri insan kitlelerinin farklı olmasından ileri gelmiştir. Zira coğrafi özelliklerden tutun gelenek ve göreneklere ve iklime kadar bir çok sebep bu şeriatları farklılaştırmıştır.
Peygamber efendimiz (aleyhisselatu vesselam) ‘in Şeriatı Kur’an’dır. Ancak mezhepler sadece teferruata dairdir. Yoksa ana umdelerde bir değişiklik yoktur. Mesela Allah’ın bir olması, Namazın beş vakit olması, abdest alınması şartı, Zekat, oruç gibi tüm ana umdeler aynıdır. Mezhepler ise bunların detayındaki meselelere Kur’an ve hadis-i şerifler ışığında yol çizmişlerdir. Yoksa mezhep Hakkı ayırmak, bölmek ve parçalamak demek değildir. Dört mezhepte haktır.
Mesela Maide suresi 6. Ayette, abdest alırken başımızı meshetmemiz vurgulanmış ancak başı meshetme’nin ölçüsü verilmemiştir. Bundan maksat Müslümana kolaylık sunmaktır. Hanefi mezhebine göre Başın dörtte biri, Şafi mezhebine göre parmak ucu kadar bir yer ve Maliki Mezhebine göre ise Başın tamamını mesh etmek gerekir. Meseleyi daha derin anlamak için şöyle düşünelim. Diyelim ki Kutuplarda yaşayan bir Müslümansın. Eğer başın tamamı meshedilecek hükmü verilmiş olsaydı muhtemelen hastalıktan kurtulamayacak ve hatta uzun süre yaşayamayacaktın. Burada yaşayan bir Müslüman için en uygun mezhep Şafi mezhebi olacaktır. Bir diğer örnek ise Vitr namazıdır. Bu namazın kılınacağı sabittir. Ancak detayına dair meselelere girilmemiştir. 3 rek’at olan bu namazın kılınmasında Şafi mezhebi 2+1, Hanefi mezhebi 3 rek’at birlikte kılmaktadır.
Abdest almak ana hususlardandır. Ancak bozulması konusunda ayrıntılar mezheplerce açığa kavuşturulmuştur. Mesela Efendimiz (aleyhisselatu vesselam) bir gün Namazını eda ederken, Hz. Aişe validemiz, efendimizin secde’de alnına yapışan taşı fark etmiştir. Elini uzatıp taşı almıştır. Taşın alındığı yer kanamaktadır. Peygamberimiz’de yeniden abdest almak ihtiyacı hissetmiştir. İşte mesele’ye dair efendimizin açık bir beyanı olmaması nedeniyle; İmam Şafii, Hz. Hz. Aişe validemiz temas etiği için abdesti bozuldu derken, İmam- Hanefi hz. taşın alnını kanatması sonucu bozulmuştur demiş ve iki ayrı görüş ortaya çıkmıştır. Ancak bu görüşlerin ikiside haktır. Zira müçtehidlerin hiçbirisi, Benim söylediğim hak senin ki batıldır gibi bir rekabete düşmemişlerdir. Sadece yorum katmışlar ve meseleyi izah etmişler. Peki bu hadise’nin bize bakan kolaylığı nedir?
Örneğin Köylerde yaşayan kardeşlerimiz tarlalarda çalışıyor dikenler içinde iş yapıyor, dağlarda çobanlık yapıyor ve şartlar kanamalara çok müsait. Her an düşebilir, dikenler ve otlar nedeniyle bir yerlerini kanatabilirler. Bu durumda hem kanın durmasını beklemek hem de defalarca abdest almak zor olacağından bu kardeşlerim ekseriyetle Şafii mezhebine uyarlar. Ancak şehir ortamında yaşayanlar kalabalık çevre ve toplumsal hayattaki yakın temaslar nedeniyle abdest almada zorluk çekeceğinden Hanefi mezhebine uymuşlardır. Örneğin otobüse bindiğimizde parayı uzatırken (Haram olan karşı cinse temas sebebiyle Şafiilerde abdest bozulur.) abdestin Şafi mezhebince bozulması ihtimali yüksektir. Çünkü el şöföre temas edebilir. Yada AVM’lerde hesap öderken karşı cinsle temas nedeniyle abdest bozulacaktır. Bu sebeple şehirlerde Şafii mezhebinden ziyade Hanefi mezhebine uyulmaktadır.
Konuyu daha mikro düzeyde ele alıp kendi ülkemiz açısından düşünelim. Ülkemizin Batı ve Güney kısımları daha sıcakken, Doğu ve Karadeniz kısımları daha fazla soğuk barındırıyor. Öyleyse ülkemizde Batı ve Güney illerde Hanefi mezhebi, Doğu ve Karadeniz bölgelerinde Şafi mezhebinin daha yoğun olmasını anlamak kolaylaşacaktır. Zira bu bölgeler için en uygun mezhep bunlar olacaktır.
“Evet, nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilâçlar tebeddül eder. Öyle de, asırlara göre şeriatler değişir; milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. Çünkü, ahkâm-ı şer’iyenin teferruat kısmı, ahvâl-i beşeriyeye bakar, ona göre gelir, ilâç olur.”
Hz. İsa aleyhisselam’ın zamanında şarap ve içki helal iken Bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselatu vesselam)’ın Şeriatında şarap ve sarhoş edici maddeler – gıdalar haram kılınmıştır. Sebebini ise Bediüzzaman hz. Şu şekilde ifade eder: “Enbiya-yı sâlife zamanında tabakat-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba, hem şiddetli ve efkârca iptidaî vebedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatler, onların halinemuvafık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıt’ada, bir asırda ayrı ayrı peygamberler ve şeriatler bulunurmuş. Sonra, Âhirzaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar güya iptidaî derecesinden idadiyederecesine terakki ettiğinden, çok inkılâbat ve ihtilâtatla akvâm-ı beşeriye birtek ders alacak, birtek muallimi dinleyecek, birtek şeriatle amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriate ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir.”
Evet, islamı yeni yeni tanımaya başlayan birine sen çıkıp desen ki “namaz kıl, tesettür et, harama bakma, yemek yerken sağ el kullan, suyu 3 yudumda iç” vs. bu kişi anlamayacaktır ve zorluk yaşayacaktır. Ancak yavaş yavaş öğrettiğinde alışması ve meseleleri sindirerek yaşamaya başlaması onun için daha kolay olacaktır. Uyuşturucu batağında olan bir arkadaşın olsa ve sen Müslümansın şunları yap desen aklına yatmayacaktır. Ancak “Bak kardeşim ne güzel bu bataktan kurtuldun artık yavaştan alkolden de kurtul, bak hem çok zararlı hemde haram” diyerek anlatsan ve yavaş yavaş bilgilendirsen daha tatmin olacaktır. Aynen bunun gibi her peygamber bir öğretmendir. İlkokula başlarız. Her sene biraz daha terakki ederiz. Derken orta okul, lise, üniversite ve devam eder gider. Her peygamberde kavmine ve insanlara gelerek birer sınıf atlatmış, en yüksek olgunluğa ulaştıklarında ise son şeriat olarak Resul-ü Ekrem (aleyhisselatu vesselam) gelmiş ve noktayı koymuştur. Meseleye bu yönden bakarsak mezhep konusu da oturacaktır. Efendimiz noktayı koydu ama ardından başka şeriat gelmeyeceğinden dolayı bazı pencereleri açık bıraktı ki değişen şartlara ve dönemlere göre insanlar dinlerini kolaylıkla yaşayabilsinler. Ayet-i Kerimede geçtiği gibi: “Dinde zorluk yoktur.” Ve ahirinde bir hadis yetişiyor meseleyi izaha: “Kolaylaştırınız, Zorlaştırmayınız; müjdeleyeniz, nefret ettirmeyiniz.”
“Eğer desen: Hak bir olur. Nasıl böyle dört ve on iki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?
Elcevap: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır. Şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su ilâçtır; tıbbenvâciptir. Diğer birisine, hastalığı için zehir gibi muzırdır; tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir; tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir; tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mübahtır. İşte hak burada taaddüt etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki, “Su yalnız ilâçtır, yalnız vâciptir, başka hükmü yoktur”?”
Su kuduz hastası için zehir gibidir, ama böbrek hastası için şifadır. Şimdi diyebilir misin ki? Su sadece zehir ve ya sadece ilaçtır. Diyemezsin çünkü ikiside doğrudur ve hakikattir.
Kısaca bu kadar mezhep ne için mi var? Hayatı kolaylaştırmak için var kardeşim. İslam’da her meselenin akli bir izahı vardır. Bu izahlardan habersiz olmak inkar etmeyi ya da karşı olmayı gerektirmez. Allah’ın ilk emri “oku!” ise bizde gereğini yapmalıyız vesselam.
Yeri gelmişken, yaşadığı yerdeki çoğunluktan farklı mezhebe bağlı olan kardeşlerimiz, camilerde namaz kılarken ya da abdest alırken ilginç sorularla karşı karşıya kalmış olabilir. Hatta mezhep bilgisi olmayanlardan mezhepleri farklı bir dinmiş gibi sorgulayanlar bile olmuştur. Bununla alakalı küçük bir anekdotla nihayet veriyorum yazıma. Malumunuz bizim camii jandarmalarımız meşhurdur. Yaptığın her farklı şeyde gelir uyarır, yanlış yaptın der, hüküm verir ya da fazlasıyla soru sorarlar. İşte böyle bir amcamız bir gün camide namaz kılan bir genci izler, genç son oturuşunda ettehıyyatü’yü okurken şehadet parmağını bir yerde kaldırır. Amca’da hemen gencin yanına gider ve sorar: “O yaptığın hareket neydi? Parmağını neden kaldırdın?”
Genç cevap verir: “Ben Şafii’yim amca”.
Amca’dan cevap gecikmez: “Ben de seni Müslüman sanmıştım oğlum kusura bakma”
Selametle 🙂
Yorumlar (0)