Günlük hayatınızda şu soruyu kendinize hiç soruyor musunuz:
Ya.. biz, niye Allah’ımızın istediğini isteyemiyoruz? 🤨
Niye O’nun ol dediği her olayın varlığına içimizden gele gele oh elhamdülillah iyi ki böyle oldu deyip canıgönülden katılamıyoruz? Onun yaptığı her işe neden her zaman razı gelmiyor gönlümüz? Çoğu zaman bir itiraz hâlindeyiz. Bir dostumuz nasılsın diye sorduğunda ağzımızdan tereddütlü bir iyiyim lafı çıkıyor. Başkalarına “Ya bu niye böyle oldu, ben bunu hak edecek ne yaptım?” “Şunun başına bu niye geldi, bu neden böyle?” diye dert yanmaktan, şikâyet edip durmaktan; bu işlerin olmasını takdir eden Allah aklımıza bile gelmiyor. İnsanlara ağlamaktan fırsat bulup Allah’a bir iki dakika kulluk edemeyen kullar olmuşuz, böyle saçma sapan bir hâle gelmişiz.
“Keşke” diye bir kelime var mesela. “Keşke..”, “Keşke olmasaydı…”
Bir Müslüman Allah’tan hiç korkmadan, utanmadan, sıkılmadan nasıl keşke deyip olması taktir edilene hikmetsiz diyebilir?.. Düşünsene Allah’ın huzurundasın ve Onun yaptığı bir iş için keşke olmasaydı diyebiliyorsun, seni duyuyor. Saçma bir cesaret mi bizdeki yoksa kopkoyu bir gaflet mi bunun sebebi?.. Eğer sen de böyle keşkevarî, sürekli hayattan bir şikâyet hâlinde yaşıyorsan, dilinde sürekli bir “hoff..” takıntısı varsa; sana kötü bir haberim var… Hayatını tehdit eden bir hastalığın olabilir. Hem de bu dünyanın zaten lezzetleri devamsız hayatını değil, EBEDİ OLAN AHİRET hayatını tehdit eden bir hastalığın emaresi olabilir bu sendeki hâl. Üzgünüm ama hani “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var!” diyerek güvendiğin o serhaddin yıkılmış olabilir ve zamanında bütün dünyaya kafa tutturan o iman dolu göğsünden imanın eksilmiş olabilir.
Yani sen tam iman etmemiş olabilirsin kardeşim.. İmansızın yeri ebedi cehennem, bu yüzden çok ciddi bir teşhis koyuyoruz şu an dikkat edelim. Hayat memat meselesi ama bu hayat bu memat bu mesele çok başka! Cehennemden kurtulmaktan bahsediyoruz, hani şu yanında demirleri eritip fokur fokur kaynatan ateşlerin kibrit ateşinden de sönük kaldığı cehennem.
Kâinattaki en yüksek hakikat olan imana ne kadar uzaktayız, ne kadar alçaklara düşmüşüz bir test edelim haydi.
Mesela imanın ilk şartı Allah’a imanımız gerçekten tam mı? Örneğin Allah’ın rahmetine gerçekten iman ettin mi? Eğer Kur’an’da kendini binbir esması arasından özellikle Rahman ve Rahim isimlerine dikkat çekerek tanıtan ve besmele bir ayet olduğu hâlde 114 defa nazil eden bir Allah’a hakiki manada iman etmiş olsaydın, hayattan şikâyet eder miydin bir düşün. Ama biz n’apıyoruz biliyor musunuz, kendi şefkatimizi Rahman’ın şefkatinden daha ileri görüyoruz, haşa. Hemen itiraz ediyorsun mesela: “Bu niye böyle oldu? Ama bu haksızlık! Böyle şefkat mi olur?” Yok efendim “Allah sivrisineği niye yarattı?”
Var ya kendi nefsini savunduğun kadar Rabbini savunmuyorsun. Kendine gelince mangalda kül bırakmazsın ama.
Rabbinin yaptığı bir işin hatalı, eksik olmasının imkân ve ihtimali var mı, yok. Rahmeti, hikmeti, adaleti, inayeti hadsiz olan yani kesintisiz ve tükenmez olan bir Allah… Âlemlerin Rabbi bir işi nasıl istediyse olması gereken odur. Ama senin yaptığın işler öyle değil. Oysa kendi yaptığın işler bir hata bile olsa hemen başlıyorsun kendini savunmaya. Kendimi temize çıkaracağım, haklı çıkacağım, iyi niyetli olduğuma herkesi inandıracağım diye laf anlatmaktan dilinde tükürük kalmıyor. Hele bir de haksız yere suçlandıysan var ya ooof, öfkeden çıldırıp haklıyken haksız duruma düşebilecek kadar tepki verebiliyorsun.
Peki Rabbinin ol dediği bir işe kafandaki ses itiraz edince neden Rabbini savunmuyorsun, niye susuyorsun da hemen “Ya acaba…” diyerek şeytanın konuşmasına fırsat veriyorsun. Şeytan ve nefis nasıl oluyor da senin iman dolu kalbinin suskun bir anını yakalayıp yalan yanlış iftiralarla konuşmaya fırsat bulabiliyor? Niye demiyorsun vardır bir hikmeti, O her şeyin en güzeli neyse onu yapar diye. Niye demiyorsun Mevla görelim neylerse güzel eyler diye. Niye demiyorsun, “Korkma ey kalbim! O Hakîm’dir abes iş yapmaz, O Rahim’dir ihsanı merhameti çoktur.” diye?
Yok demezsin. Hemen şikâyet. Neden? Çünkü o iş öyle olmamalıydı öyle eksik oldu değil mi? Yanlış oldu, doğru olan bu değildi. Bak ya.. Allah o işe ol derken haşa sana sormalıydı böyle nasıl diye, öyle mi? Estağfirullah, biz ne yapıyoruz böyle, nasıl hâllere giriyoruz? Dehşete düşmüyor musunuz arkadaşlar, âlemlerin Rabbine itiraz edip kafa tutarken? “Hofff.. niye yaa?” derken sen, meleklerin kalemlerinin uçları senin amel defterine vuruyor, senin! başkasının değil. Olaylara iman nuruyla bakamıyoruz, o yüzden göremiyoruz eşyanın hakikatini. hâlbuki fizikte optik kurallarına göre gözün sapasağlam olsa da ışık olmadan göremezsin. Işığın vurduğu ve yansıdığı kadar sağlıklı olabilir görüşün. Aynen öyle de hâdisata yüreğimizdeki imanın nuruyla bakmazsak eğer, kör bir adamdan farkımız yoktur. Karanlıkta gölgeleri canavarlara benzetir korkarsın ya hani, işte o yüzden aslında hayırlı olan şeyler bize şer gibi geliyor.
Risale-i Nur’da “Eğer hak onların arzularına uysaydı gökler ile yer ve onlarda bulunanlar elbette bozulur giderdi.” (1) ayetini tefsir ederken Bediüzzaman hazretleri şöyle bir ifade kullanıyor:
“Eğer her ferdin keyfine göre hareket edilirse, dünyanın nizam ve intizamı fesada gider.
Ey müteşekki! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz’î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki, zannettiğin nimet nıkmet olmasın.” (2)
Soralım kendimize, tam şimdi, şu an:
“Sen ne biliyorsun, neyi biliyorsun, sanki hayatta milyon kez aldanan sen değil misin? Defalarca pişman olan sen değil misin?”
Demek ki sen Allah’ın ilminin hadsizliğine de tam iman etmiş değilsin ha, ne dersin? Belki de sen gerçekten o RahmanürRahim’e, sen o Adil-i Kerim’e hakiki manada iman etmiş değilsin..
Çünkü Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’e ayette öyle söylüyor Allah:
“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (3)
Kardeşim iman şehadettir, şahitliktir, tanıklıktır! Tanımadan neye tanıklık edeceksin? Sen daha tanımıyorsun, bilmiyorsun ki eşhedü diyebilesin. Şimdi burada Rabbinden bahset desem kem küm ederken Türkçe’yi unutacak olanlar var.
Tanımadan tanıklık edemezsin, yalancı şahitlik olur senin Müslümanlığının adı. Oysa yalancı şahitlik mahşerdeki mahkemede yakayı kurtarmaz, ateşten gömlek olur yakar sahibini. Sevmeden kalbin itaat edemez, teslim de olmazsın. Sevemediğimiz için teslim olamıyoruz, “Sevmiyorum neden itaat edeyim ki!” diyor nefsin. Ve tanımadığımız için sevemiyoruz. Niye ezan okununca kulak asasın ki eğer Allah’ı tanımıyorsan. Nasıl itaat edeceksin eğer Allah’ı “Ekber” bilmiyorsan?
Mesela bir mükemmel bir yetenek sahibini görünce hayranlık duyuyorsun. Bir oyuncu görsen çok iyi oynayan, seyrederken yav nasıl iyi oynuyor diye hayran kalıyorsun veya sesini çok iyi kullanan bir sanatçıyı dinlesen -diyelim ki böyle sesi renkten renge öyle giriyor ki dinlemeye doyamıyorsun- hayranı oluyorsun. Onu o mükemmel yeteneğiyle tanıyorsun, onu seviyorsun sevdikçe daha da tanımak istiyorsun hatta bakıyorsun bazıları stalklarken onun bile haberinin olmadığı fotoğraflarını bulmuşlar; gelmişini, geçmişini, sevdiği, rengi, sevmediği işi, doğum tarihini, her şeyini öğrenmişler hayranları. Çünkü sevdikçe daha da tanımak ister insan, sevdiğine yakın olmak ister. Onu o başta mükemmel yeteneğiyle tanıdın ya gerisini de seviyorsun çünkü ondan razı oluyorsun.
Peki kardeşim, acaba hastalandığında burnu akan o aciz adamlardan razı olduğun kadar Âlemlerin Rabbi olan Allah’tan razı olabildin mi?
Sen O’ndan razı olmamışken O’nun senden razı olmasını nasıl beklersin?
Mesela, bütün fen bilimlerinin de şahitlik ettiği Allah’ın hikmetine imanın tam mı bak bakalım? Eğer vücudunda toplu iğne başı kadar bir yere bile binbir vazife takan, bu kâinatta abesiyet namına sinek kanadı kadar yer bırakmayan Allah’a hakiki manada iman etmiş olsaydın itiraz eder miydin kadere?
İtiraz eder miydin Allah’ın hükmüne?
İtiraz eder miydin seni namaza çağıran ezana?
Bir hakikat duyunca başlıyorsun “bence..” diye tevil edip yan çizmeye. Üstüne sorumluluk binecek ya. Yapmazsan ceza göreceksin ya. Zoruna gidiyor, hemen başlıyorsun sence nasıl olmalıydı diye anlatmaya. Ya hu, bir kere de de ki “semi’na ve ata’na, işittim ve itaat ettim Rabbim!” de!
Şu itirazlara bak!
Her yaşadığın gün… hayattasın ama ağzından şikâyet çıktığı kadar şükür çıkmıyor.
Kaybedilince öğrenilen bir şey var biliyor musunuz, adına “kıymet” deniyor.
Kıymetini bilmediğin o kadar şey var ki.
Hayatı kendine zehir eden, yaşanılmaz kılan, kendi kendine eziyet eden aslında sensin! Başkalara suç atmayı bırak. Başkaları ne yaparsa yapsın senin yüreğine elleri yetişemez. Senin her dertten daha büyük bir Rabbin var. Başkaları seni Rabbinin şefkatinden saklayamaz.
Yeryüzünün her karışı sana seccade kılınmışken kimse seni o Rahman’ürRahim’den ayıramaz.
İçini sıkan, seni boğan, boğazını yakan ne varsa Allah hepsini giderebilir.
Yıktığın her şeyi yoluna koyup her şeyi düzeltebilir.
İnsanların eziyetinden, acımazsızlığından, insafsızlığından, her bir ihanetinden seni muhafaza edebilir.
Başkalara suç atmayı bırak, senin derdin şükürsüzlük ve imansızlık.
İbadetlere gelince saydığın şu bahanelere bir bak. Bu musun sen gerçekten? Gerçekten sen Allah’ın kulum deyişine layık mısın, geç aynanın karşısına ve sor bunları karşındakine.
Neyin itimadsızlığı bu?
Razı değil misin sana dinlen ve rızıklan diye verdiği geceden ve gündüzden
Aydan ve güneşten
Atan kalpten ve aldığın nefesten…
Razı değil misin?
Sen hiçliğe mahkum olup yoklukta kalmadın, daha neyin yokluğunu bahane edip nankörlük ediyorsun?
“Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün,
ve hâkezâ…
Ey nankör!
Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücut mertebelerine mukàbil şükretmeyerek, imkânât ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden,
bâtıl bir hırsla
Cenâb-ı Haktan şekvâ ediyorsun ve küfrân-ı nimet ediyorsun?” (4)
Dilindeki şikâyeti bir sorgula, kalbindeki imanı bir ölç bakalım. Geçmişe şikâyet edip gelecekte her hadisenin karşısında titreyip evham yapmak, ah vah edip Allah’a güvenmemek imanın neresinde veya iman bunun neresinde?
Oysa tam olan bir imanın, nuruyla kalbini aydınlattığı bir adam için Bediüzzaman Hazretleri der ki: “Küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret-i Samedâniyeyi lezzetli bir hayretle seyredecek.” (5)
Çünkü iman eden adam bilir ki her şey kader ile takdir edilmiştir, her hadise her olay Allah’ın kurduğu nizama tabidir, hiçbir şey yoktur ki o nizamın takdir ettiği yoldan çıkıp bize isabet edebilsin. Bak güneşlere, aylara, hepsi emirber bir asker gibi o nizama itaat ediyorlar. O’nun izni olmadan bir yaprak bile düşmezken korkma Rabbim beni yaban ellere terk eder diye.
Bakın ben Allah’a teslimiyetten bahsediyorum. “Aman kader de geç uğraşma boş ver.” deyip zulme boyun eğmek, kötülükleri kaderden bilmek değil bahsettiğim şey. Aksine, Allah’ın yazdığı kaderin bizim cüz’i irademizle bağı var. Sadece her kötü olay yaşadığında
Allah’a suç atmayı bırak artık!
Allah’ı insanlara şikâyet edeceğine insanları Allah’a şikâyet etmen gerek.
Çünkü Allah yeraltından yer üstüne dek nimetle donatmışken Afrika’daki insanları aç bırakıp onların malını çalan Allah değil, insanlar.
Allah zekatı emredip senin malından fakirlere hak vermişken sen onların hakkını yersen suçlu Allah değil, sensin. Sadaka değil o vermediğin zekat! Zekat, sadaka değil; fakirin hakkı! Senin minnet talep etmeye hakkın yok, o mal sende emanet sadece.
Bunun gibi insanların zulümlerini ve hatalarını bu örneklerle kıyaslayabilirsiniz.
İslamiyet teslimiyettir, ama sadece ve sadece Allah’a teslimiyettir. Bu yüzdendir ki Müslüman sabreder, sabırla mücadeleye devam eder, pes etmez ve asla Allah’tan başkasına teslim olmaz, bu yüzdendir ki Allah gününü gün edenlerle değil sabredenlerle beraber olduğunu söylüyor.
Kardeşim, daha hakim hükmünü vermedi, parmağını sallayıp haksızlık yapıyorsun diyerek o Hâkim-i Zişan’ı suçlayamazsın.
Şimdi iyi gülenlere aldanma, kimin son güleceğine Allah karar verecek, ve O’nun dostlarına ne korku vardır ne de hüzün.
Sabret…
O, biliyor…
Geçmişini, geleceğini, şimdini, hâlini, vaktini, kalbini, hiç kimselerin duyamadığı içindeki o sesin rengini
O biliyor…
Sabret.
O unutmaz.
O ihmal etmez.
O boşvermez.
Defalarca kurtarmadı mı en içinden çıkılmaz çukurların dibinden seni?
Hiç beklemediğin anlarda gelmedi mi o eşsiz yardımları?
Sabret.
Eğer başına gelmesinden korktukların kalbini çok tırmalarsa sen de Hazreti Yakub Peygamberin, oğlu için dediği gibi de ki:
“Allah en iyi koruyandır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (6)
Kaynakça
- Kur’an-ı Kerim, Müminun Suresi, 71
- Risale-i Nur, Mesnevi-i Nuriye, 193
- Kur’an-ı Kerim, Nisa Sûresi, 65
- Risale-i Nur, Mektubat, 24. Mektub, 1. Makam, 1. Remiz
- Risale-i Nur, Sözler, 3. Söz
- Kur’an-ı Kerim, Yûsuf Sûresi, 64
Yorumlar (0)