Tarihin en gizemli ve tartışmalı isimlerinden biri , HasanSabbah ve fedaileri! Profesyonel suikastçılar! Hak gördükleri batıl davalarında kendilerine mahsus yollarla cinayet işleyen bir şebeke! Hasan Sabbah ve dâilerini bu kadar güçlü ve yenilmez kılan neydi? Merkezleri olan Meşhur Alamût Kalesi neden geçilemedi? HasanSabbah’ın Yalancı Cennet Bahçesi gerçekten var mıydı? Nizamul-mülk ve Sultan Melikşah’a suikast düzenlendi mi? Yoksa bunlar dizi için bir kurgu muydu? info Parlak bir zekâya sahip basiretli, birçok ilme vâkıf bir kişi olan ve etrafa dehşet saçan fidâîleriyle insanların inanç dünyasına hâkim olmak isteyen Hasan Sabbâh, Kahire’de Darü’lHikme’de eğitim gördükten sonra 1081 ile 1090 yılları arasında Büyük Selçukluda bulunan İsfahan’a sürgün edilince burada yani İran’da tam 10 yıl boyunca kendi batıl davasını anlatıp davet çalışmaları yaptı ve inandığı batıl mezhebi için talebeler yetiştirdi. Sonra yeni müslüman olan halkın yaşadığı Alamut kalesini içten fethedip burayı davasının merkezi haline getirdi.

● Bilgisiz Müslümanları kandırarak kendi çıkarlarına kullanıyor ve büyük din adamlarına ve devletin önde gelen isimlerine suikastlar düzenliyordu.

● Hac yolundaki yüzlerce müslümanı kılıçtan geçirip şehit etmişlerdi.

● Kısacası HasanSabbah burada düzenli bir şekilde Mürid’leri olan Haşhaşi’leri, profesyonel suikastçı katilleri yetiştiriyordu. Alamut Kalesinin başına geçerek taraftarlarını çoğalttığını fark eden Büyük Selçuklu veziri Nizamül-mülk harekete geçti. Bir ordu göndererek Komutan Aslantaş önderliğinde 2 bin metre yükseklikteki kaleyi aylarca kuşattı. Ama maalesef sonuçsuz kaldı. Bölge halkının da desteğini alan Hasan Sabbah, Aslantaş ve ordusunu geri püskürtmüştü. HasanSabbah’ın, bu sefer de Sultan Melikşah’ı öldürme kararı alması üzerine, bir ordu daha kaleye gönderildi ama kuşatma başladığı zamanlarda Nizamül-mülk bizzat Hasan Sabbah’ınfidâisi eliyle, öldürüldü!. Nizamulmülk’ün öldürülmesinden sonra Melikşah, Hasan Sabbah’a bir mektup gönderir! Sultan Melikşah’ın HasanSabbâh’a Mektubu Bismillahirrahmanirrahim“Hasan Sabbâh, duyduğumuza göre sen, yeni bir din ve millet çıkarmışsın ve insanları aldatıyorsun. Zamanın padişahına isyan niyetindesin ve bazı cahil dağlı halkı başına topluyor, sana bağlananları yumuşak tatlı sözlerle aldatıyor ve benim adamımı bıçaklamaya gönderiyorsun. Melik ve milletin kuvveti, din ve devletin nizamı kendileriyle güçlü bir şekilde ayakta duran İslam halifesine dil uzatıyorsun. Bu dalaletten vazgeçerek Müslüman olasın.Yoksa büyük bir ordu üzerine gönderilmek üzere hazır beklemektedir. Cevap vererek zinhar,sakın ola kendini bu belaya atma, kendi canına ve sana tabii olanların canına acı! Elindeki kalenin sağlam olmasıyla gururlanma! Hakikati bilesin ki Alamut Kalesinin burçları göğün burçları gibi olsa da Allah’ın yardımıyla yerle yeksan ederim! ”.

Melikşah bu mektubu göndererek Hasan Sabbah’ı itâate davet etmiş ve bu mektubunda
fidâileri vasıtasıyla alim ve yöneticileri öldürmesinden dolayı kendisini tehdit etmişti.
Anlatılana göre Hasan Sabbâh, bu mektuba yazılı olarak cevap yazmadı. Ancak Melikşah’ın
elçisinin gözleri önünde fiilî bir cevap verdi. Yanında ayakta duran fidailerine hitaben: “Bir iş
için sizi bir yere göndereceğim! İçinizden hanginiz bunu yapar?” dedi. İstisnasız oradaki
herkes bu hizmete hazır olduklarını söylediler. Melikşah’ın elçisi, Hasan Sabbâh’ın onlardan
biriyle mektuba cevap göndereceğini sanmıştı. Hasan Sabbâh, fidailerinden birine “Kendini
öldür!” dedi. O genç derhal bıçağını çekerek boğazına vurdu ve cansız olarak yere düştü!
Diğer birine de “Kendini kaleden aşağı at!” dedi. O da kendisini kaleden aşağı atarak
paramparça oldu. Bu dehşetli durum karşısında korkmuş olan elçiye; “Yanımda, bir işaretle
bu şekilde canını feda edecek 20.000 kişi var. Cevap yazacak değilim! Cevabım
gördüklerindir” dedi.
Bu olay ne kadar doğru tartışılır ancak Alamut kalesi o dönemde malesef geçilememişti.
Alamut kalesini bu kadar gizemli yapan şey neydi derseniz.. Her ne kadar kuşatmaya
alınsa da ele geçirilememiş olmasıydı. Alamut Kalesi sarp bir kayalığın üzerine inşa edilmiş
adeta kale üstünde bir kale gibiydi. Duvarları çakıldan olduğu için tırmanılması imkânsızdı.
Aşağıdan yukarıya fırlatılan ok gibi silahlar yer çekiminden yavaşlarken, yukarıdan aşağıya
fırlatılanlar ise yer çekiminin desteğini alıyordu. Kale sağlamlığı dolayısıyla tek bir okçuyla
dahi savunulabilirdi. Tam da Hasan Sabbah’ın ihtiyacı olan türdendi. Sırf batıl davası uğruna
34 yıl boyunca bu kaleden dışarı adımını dahi atmamıştı.
Nizamulmülk’ün ölümünden kısa bir süre sonra da Sultan Melikşah, 38 yaşında gizemli bir
şekilde öldürülür. Bir rivayete göre Sultan Melikşah yediği bir av etinden dolayı hastalanmış
ve ateşli hummaya yakalanıp Bağdat’ta vefat etmiştir ancak Tam olarak kimin öldürdüğü
bilinmemektedir. Melikşah’ın ölmesi üzerine Hasan Sabbah derin bir oh çekmiştir.

Sultan Melikşah’ın oğlu Berkyaruk tahta geçer sonrasında Muhammed Tapar ve onun
ölümünden sonra da Sencer. Anlatılana göre Sultan Melikşah’ın oğlu Sencer’e barış elçileri
gönderen Hasan Sabbah, tekliflerinin kabul edilmemesi nedeniyle saraydan birilerini yanına
çekerek Sultanın yatağının başucuna bir hançer saplanmasını sağlamıştır. Uyandığında
Sultan olayı gizli tutmaya çalışmış ancak olayın hemen ardından Hasan Sabbah bir elçiyle
mesaj göndermiştir:

“Ben istemez miydim ki o hançer sert taşa değil de sultanın yumuşacık göğsüne saplansın.”
Bu notun ardından mecburen barış anlaşması yapılır. Çünkü Haşhaşiler kılıçla
durdurulamıyor olsa bile en azından dizginlenmeliydiler. Barıştan sonra kendisine geniş bir
hareket sahası bulan Hasan Sabbah, istediği gibi at koşturarak fikirlerini yaymaya devam
edecek ve oluşturduğu yapı sayesinde tarihteki ilk terör örgütünün kurucusu adıyla
hafızalara kazınmayı başaracaktır. Günümüzde dahi malesef onun beyin yıkama
yöntemlerinin kullanıldığını görebiliyoruz.
Peki Hasan Sabbah ve eli hançerli caniler olarak adlandırılan fidâilerini bu kadar güçlü
ve yenilmez kılan neydi?

Hasan Sabbah kendisinin Peygamber Efendimizin soyundan geldiğini söylüyordu. Hz.
Muhammed’in (sav) vaat ettiği cennetten söz ediyor ve kendi verdiği emirleri yapanların,
cennete gireceğine inandırmak istiyordu. Bunun için farklı yerlerden meyveler getirterek bal
ve şerbetlerden çeşmeler yaptırıp dünyanın en güzel cariye ile kölelerini getirterek yalancı bir
cennet oluşturmuştu. Müridlerini haşhaş denilen otla uyutup, bahsettiği bu yalancı cennete
taşıyor burada uyanan genç anlatılan cennet hikayelerinin gerçek olduğuna inanıyor ve
haşhaşın yani esrarın verdiği etkiyle eğleniyordu. Bir kaç gün sonra tekrar uyutulup, sahte
cennetten çıkarılıyor ve kendisine verilen emirlere uyarsa buraya gideceği söyleniyordu.
Yalancı cennet o kadar cazipti ki müridleri ona inanıp, onun her istediği şeyi yapıyor, herkesi
öldürüyor, bir emriyle kendilerini kaleden aşağı atıyorlardı.
Bazen derviş, bazen tüccar, bazen ise öğrenci kılığında insanların arasına karışıyorlar
suikastlerini camiler, medreseler gibi halka açık yerlerde gerçekleştiriyorlardı. Bir yandan da
herkese korku verilmiş olunuyordu. Sahte cennet hayali o kadar etkili olmuştu ki, birçok dai
sırf cennete hemen girebilmek için intihar etmeye başlamıştı. İntihar vakalarının artması
üzerine, Hasan Sabbah sadece kendi emriyle ölenlerin cennete girebileceklerini duyurmak
zorunda kaldı.
Hasan Sabbah’ın diğer bir stratejisi ise;
Müridleri olan dâiler okuyamaz, öğrenemez, medrese ve tekkelere gidemezdi. Kısacası cahil
kalmaları hedeflenmişti. Çünkü okuyan ve gözü açılan bir insana emirlerini yaptıramayacak,
ayrıca vaad edildiği gibi o yolda ölünce Cennet’e gidecek olsalar bunu en başta
yöneticilerinin yapacağından şüpheleri olmayacaktı. Fakat halk cahil bırakılarak söz konusu
batıl yolda itaat ve inançları artırılmak hedeflenmiştir.
Tarihte bir çok kez yaşanmış ve halen yaşanmakta olan bir mesele ki şeytan aldatmak için
her yolu denemekten vazgeçmiyor.
Bilgisiz müslümanlar daha çok kullanılıyor. Aldanmamak için uyuyan gözlerimiz uyanmalı ve
güvenli olmayan bir bilgi geldiğinde doğruluğu konusunda Kuran ve sünnete uygun olup
olmadığına bakılmalıdır. Bir mihengimiz olmalı eğer bu yapılamıyorsa ehl-i sünnetten bir
bilene sorulmalıdır. Bu tür aldatıcı gruplar her dönemde ortaya çıkmış ve çıkmaya devam
edecek. Yapılacak şey ise basittir. İlim öğrenmek ve Peygamber Efendimizin (sav) gittiği
yoldan hiçbir zaman şaşmamak!
Batınilerin şöhretleri, yaşadıkları bölgelerden çok daha uzaklara yayılmış. hatta Suikastçı
anlamına gelen İngilizce assassin kelimesinin burada yaşayan haşhaşin örgütünün adından
değişerek türetildiği bile söylenir.
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, İslâm dünyası için Nizamülmülk’ün kurduğu Nizâmiye
medreseleriyle Ehl-i Sünnet akidesini takviye etmeye başlamıştı. Burada okutulan ilimlerle ve
O dönemde ki alimlerin de çalışmalarıyla Batınilik mezhebinin iç yüzü ortaya çıkarıldı ve
haşhaşilere katılmak isteyenlere bu şekilde engel olundu. Nizamülmülk’ün medrese
faaliyetleri sayesinde Mu’tezile mezhebinin kaybolmaya, Ehl-i Sünnetin ise güçlenmeye ve
yayılmaya başladığı bildirilir. Kılıçla geç kalınan zafer kalemle kazanılmıştır. İlerleyen süreçte
Büyük Selçuklu Sultanlarının azimli mücadeleleri sonunda, İsmâiliyye’nin gölgesi altında
faaliyetlerini sürdüren Bâtıniyye hareketinin gücü kırılmış ve sönmeye yüz tutmuştur. Bir
başka zalim Moğol Hükümdarı Hülâgû Alamut kalesini yerle bir etmiş ve oranın halkını
kılıçtan geçirmiştir. Batıniliğe dair çoğu eser orada yok edildi. İsmâilîler daha sonra Alamut’u
yeniden işgal etmek için seferber oldularsa da Moğollar tarafından geri püskürtüldüler.

“İşte kazandıkları (günahları)ndan ötürü zâlimlerden bir kısmını diğer bir kısmının
peşine böyle takarız.” (Enam 129)
Hasan Sabbâh’a göre otoritenin temel kaynağı Allah tarafından tayin edilen imâm-ı
ma‘sûmdur; şeriat ve ilâhiyat ancak hakikatin temsilcisi olan imamın tâlimiyle öğrenilebilir.
Sadakat ve itaati esas alan bu öğreti dinî bakımdan büyük bir tehlike haline gelmişti. Peki
bunlara karşı medreselerde nasıl mücadele edildi. Kılıçla kazanılamayan zafer kalemle nasıl
kazanıldı..