“Seviyorsan Git Konuş Bence” ve “Cennete Gidemezsek Yandık” kitaplarını okuduktan sonra “Hasbelkader” nasıl okumam?

Bana edit sürecinde okumak nasip oldu.
“Biraz anlat.” deseler, “Nereden başlasam ki?” derim. Güler misin? Ağlar mısın? Hüzün mü ararsın? Gerilim ve heyecan mı? Bu duyguların hepsini yaşadım desem abartmış olmam.
Her insanın hayatında önem verdiği prensipleri, değerleri vardır ve bunları başkalarında gördü mü mutlu olur. Yalnız olmadığını, başka, farklı, acayip, garip olmadığını anlar insan…
Çağa ayak uydurabilme çabası içindeyken, ilerlemek isterken, meğer çoğu konuda, tabiri caizse ölüm kalım meselesinde epey bir geride kalmışız. Çünkü aslına bakarsan, hepimiz aynı dertten muzdaribiz. Bir zamanlar sahip olduğumuz dostluklarımızdan, dost oluşumuzdan, prensiplerimizden, görev ve benliğimizden gönlümüz razı ola ola vazgeçmişiz ve en acı yönü de bunun farkında olmamamız. Olamayışımız…
Geçmişini düşünenler, geleceğini merak edenler ve bugününü olduğu gibi yaşayanlar… Kendini bir yere konduramayanlar… Hasbelkader’in satırlarında kendini bulacaktır.
Unutmuş olduğumuz hatıralara, değerlere, bir zamanlar olduğumuz ama şimdi ise özlediğimiz “Ben”lere kavuşmak aslında o kadar da zor değilmiş. Filmlerde izlediğimiz en mükemmel ve en samimi dostluk sahnelerine iç geçirdiğimiz meğer boşunaymış. Klişe bir cümle vardır: “Hayat bir film olsa başrolü sen olurdun.” diye. Heh işte… Başrol olmadan da bu sahneleri bire bir yaşayabilmek mümkünmüş.   
Zaman zaman tebessüm edip zaman zaman ise sayfaları hüzünlenerek çevirdiğim. “Acaba dayanabilecek miyim? ” diye heyecanlı ve sabırsızca diğer sayfaya geçmem…
O kadar çok şey var ki aslında anlatılması gereken. “Anlatılmaz yaşanır” diye bir tabir vardır ya hani… Hiç anlam verememişimdir buna. Söyleyen hep geçiştirmelik bir cevap verdi zannederdim. Öyle değilmiş dostlar… 🙂
Kim okusa, hayatın neresindeyse, nerede olursa olsun farketmez, kendinden en az bir parça bulacaktır. İddia ediyorum. 🙂

Kitabın arka kapağından:
Şimdi geriye dönüp bakıyorum da annemin elini tutarak yürümeyi, elini tutarken yüreğine sarılmayı, babamla geçirdiğim hafta sonlarını ve hiç kırılmayacak sandığım oyuncaklarımı… Dümdüz yol varken tümsekten yürümeyi özledim ben. Annemin “Oğlum düşeceksin.” derken sesindeki telaşını özledim. Taşlardan kaleler yaptığımız futbol maçlarını özledim. Herkesin oynadığı fakat kimsenin kaybetmediği oyunları… Körebe oynarken o an orada bulunan herkese güvenmeyi özledim. Şimdilerde gözlerim açıkken bile güvenemiyorum insanlara. Çocukluğumu özledim, menfaat gözetmeden düşünmeyi…  Kötülük namına hiçbir şey bilmeyecek kadar cahil olduğum günleri özledim. Büyümek isteyecek kadar saf olduğum günleri…