Eûzûbillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün dünyamıza baktığımızda farklı diller, dinler, ülkeler ve kültürler bulunmakta olduğunu görürüz. Bu farklılıklarla beraber her dine, ülkeye ve kültüre mensup insanların yani bizlerin karşısına herhangi bir ortamda ansızın türlü türlü doğru veya yanlış davranışlarda bulunabileceğimiz sayısız durumlar çıkagelmektedir. Bu durumlar karşında dinimizin emrettiği hususlardan olan “emr-i bi’l ma’ruf nehy-i anil münker”in yani insanlara iyiliği emretmek ve insanları kötülükten sakındırmak, men etmek anlamında olan düstur ile hem kendimize dair iyilikler yapmalı ve kötülüklerden sakınmalı hem de çevremizdekilere bu hususta örnek olmalıyız. İyilik ve kötülüklere kendi düşüncemiz, bakış açılarımız ve toplumsal eğitimlerimizden ziyade Allah’ın, bizler için doğruyu yanlışı bildirdiği, dinimizin hak kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in açıları ile yaklaşmalı ve dünyamızı bu yönle şekillendirmeliyiz. Bu yoldan saptığımızda yanlışlar içinde kalır, kötülükler yaparız.
Örneğin, geçen defaki yazıda yer alan holding örneğinde olduğu gibi, her şeyin en iyisi en güzeli kendisine verilmiş olan kişinin patronun verdiği raporu hazırlamaması yani kişinin işini yapmaması nasıl o sisteme ters ise aynı şekilde bizlerin yaratılmakla, insan olmakla, insanlıkla, İslamiyet gibi güzel bir dinle aldığımız ücretin karşılığını ödemememiz ile sisteme zıt hareket etmiş olup aldığımız ücreti hak etmeyeceğimiz anlamına gelmez mi?
Üstad Bediüzzaman kader bahsinde şöyle demektedir: “Evet, Kur’ân’ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes’uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev’inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: Bir kibritle bir evi yakmak gibi. Seyyiâtı isteyen nefs-i insaniyedir; ya istidad ile, ya ihtiyar ile.”
Bu hususta ben acizane şöyle düşünüyorum. Biz insanlar meleklerden farklı olarak iradeye sahibiz. Bu irademizi Allah’ın razı olmadığı davranışlarda bulunmamız içimizdeki nefs-i emareye ya da dışımızdaki şeytana uymaktan kaynaklanabilmektedir. Örneğin: Bilgisayar kodlamalarında iyi olan birinin bu özelliğini hackerlık yapıp banka hesaplarından paralar çalmada, insanların özel bilgilerini ele geçirmede kullanırsa iradesini, isteğini kötülük yapmadan yana kullanır.
Bu durum, Kuran’da yer alan “Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (1) ayetini akla getirir. Üstad Bediüzzaman, verdiği bir örnekle şöyle ifade etmektedir: “Mesela, bir adam, güzel bir bahçede, ahbaplarının ortasında, yaz mevsiminde hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip; kendisini kış ortasında, canavarlar içinde aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlarsa, nasıl şefkate layık değil, kendi kendine zulmediyor. Dostlarını canavar görüp tahkir ediyor.” Buradan da anlaşıldığı gibi hoş, iyi, güzel bir ortam ve zamanda doğru olanı yapmak belliyken yanlış olanı yapmak bile bile lades olmaya benzer.
İnsanların kendi nefislerine zulmetmesi genel olarak ya hakikati yani Kur’an’ı Kerim ve sünnete uymayı bilmediğinden ya da hakikati bilip uygulamadığından kaynaklanmaktadır. Hak olanı biliyorsak batıla sapmadan ona uymalıyız. Bilmiyorsak da yaratılışımızın gayesini araştırmalı, Yaradanımızın razı olacağı, hoşnut olacağı ahlak ve davranışlarda bulunmalıyız. Allah’ın model olarak yarattığı biz insanların, esas Malik’in Allah olduğunu unutmamalıyız. Dilediği gibi kesip biçebileceği bir modelin şikayet etmeye hakkı yokken, insanın beğenmezliklerde bulunması, isyan ve şikayetlere yol alabilmesi, kötülükler yapması hiç âkıl kârı değildir. Bir diğer husus ise, kötülük yaptıkça kötülüğe meylin artmasıyla, alışkanlığa dönüşmesiyle kişi hep kendi çıkarlarını düşünebilmekte ve bunlarla beraber cimrilik, nankörlük, sahtekarlık, kibir, yalan, merhametsizlik gibi kötü ahlak özelliklerini de oluşturmaktadır. Yapmadıkları kötülüklerde bile toplumsal statüsü, bulunduğu durum ve koşullara zarar gelmesin diye yapmaz. İnsanlar tarafından kınanmamak, çevredekilerle ters düşmemek adına yapılmaması doğru değildir. Doğru olan Allah emrediyor diye yapmamaktır.
Bu konuda Allah: “Yoksa kötülüklere batıp yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi olacak? Ne kötü hüküm veriyorlar.”(2) buyurmaktadır. Bizler kötülüklere maruz kaldığımızda ise, Peygamber Efendimiz’in önerisine uymaya çalışmalıyız. “Sizden kim kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle (tiksinip) gidermeye çalışsın ki bu imanın en zayıf tarafıdır.” (3) Yazıyı sevdiğim bir dua ayetiyle sonlandırıp bu ayet ile Allah’tan yardım istemeyi öneriyorum.
De ki: “Rabbim ! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” (4)
(1) Yunus Suresi, 44
(2) Casiye Suresi, 21
(3) Hadis-i Şerif | Müslim,iman,78
(4) İsra Suresi,80
Yorumlar (0)