Eminim ki pek çok defa bu soruyu sınıf arkadaşlarınızdan, izlediğiniz bir tartışma programından ya da İslam’da haşa adaletsizlik ve kadına değer verilmediğini, kadın haklarının olmadığını savunan kişilerden duymuşsunuzdur. Belki de hâlen cevabını merak ettiğiniz bir soru.

“İslam hukukunda kadının miras hakkının erkeğe göre daha az ve hatta ikili birli yani erkeğe iki, kadına bir pay olarak tespit edildiği ve böylece kadına zulüm yapıldığı, asrımızda bilen bilmeyen herkes tarafından ileri sürülen bir iddiadır. Meseleyi bilmeyen Müslümanlara izah etmek ve bildiği hâlde ısrarla İslam aleyhinde konuşmak için bu mevzuyu malzeme yapan belli kesimleri de susturmak için konuyu kısaca aydınlatmak ve meseleyi bilinmeyen yönleriyle gözler önüne sermek istiyoruz.

Evvela şunu söylemek istiyoruz ki bir makinanın en iyi çalıştırma programı ve esasları, herhâlde ustası tarafından hazırlanan kataloğunda yazılıdır. Basit bir makinada dahi durum böyle olduğu gibi en ileri teknolojiye sahip bir bilgisayarda da durum böyledir. İşte insan da Allah’ın antika bir sanatı ve Rabbani bir makinasıdır. Bu kâinat içinde en kıymetli olan insan makinasının patırtısız ve gürültüsüz çalışabilmesi için Sani-i Zülcelal olan Allah tarafından Kur’an denilen bir katalog gönderilmiştir. İnsan makinası bu kataloğa göre çalıştıkça huzur ve saadete erecektir.

İşte miras paylarının tespiti de Kur’an denilen insan ve kâinat kataloğunda yazılı esaslara göre İslam hukuku tarafından yapılmıştır. Şimdi gelelim şu soruya:

Önce bu sorunun yanlışlığını ve dolayısıyla buna bina edilen bazı yanlışlıkları size açıklamak istiyoruz. Bu iddiayı ileri sürenler kadın denilince akla ne geldiğini herhâlde bilmemektedirler. Zira Kur’an, sadece murisin (ölen/miras bırakanın) evlatları arasında kız ve erkek beraber bulunması hâlinde erkeğe iki pay ve kıza bir pay vermektedir. Hâlbuki kadın demek, sadece ölen kişinin kız evlatları demek değildir. Ölen murisin annesi de kadındır, karısı da kadındır, ninesi de kadındır yahut ana baba bir veya baba bir veya anne bir kız kardeşleri de kadındır. Hâlbuki Kur’an dışında birçok hukuk sistemleri mesela Türk Medeni Kanunu, bahsettiğimiz kadınlara Kur’an mirastan pay verirken, onları tamamen mirastan mahrum bırakmaktadır. Neden sadece Kur’an’ın evlatlar arası taksim tarzı gündeme getiriliyor da mesela Türk Medeni Kanunu’nun diğer kadınlardan(nine-kız kardeş-anne) örneğin anneyi mirastan mahrum bıraktığı hâller hesaba katılmıyor? Her meselede olduğu gibi bu mevzuda da yine çifte standart uygulanıyor.

O hâlde evvela kadın nedir ve bunların hem İslam hukukundaki ve hem de Türk Medeni Hukuku’ndaki miras durumları nasıldır? Bu soruları cevaplayıp sonra da ikili birli taksimi açıklayalım.

Miras Bırakanın Kadın Mirasçıları ve Mukayeseli Olarak Pay Durumları: Vefat eden ve geride miras bırakan murisin mirasçıları arasında şu kadın mirasçılar bulunabilir.

Annenin Mirasçılığı:

 Türk Medeni Kanunu ve bunun esasını teşkil eden diğer hukuk sistemleri, bir asra yakındır murisin(miras bırakanın) evlatları bulunması hâlinde bırakınız anneyi mirasçı sayıp eksik de olsa bir pay vermeyi, anneyi ve babayı adamdan dahi saymamış ve mirastan mahrum bırakmıştır. Ancak murisin çocukları ve onların çocuklarının çocukları bulunmaması hâlinde anne ve babaya miras intikal edebilmektedir. Şimdi sormak hakkımız değil mi? Acaba anneler kadın sayılmıyor mu? Eğer sayılıyor ise neden beşeri sistemlerin anneyi yani bir kadını tamamen mirastan mahrum bırakması değil de sadece Kur’an’ın evlatlar arası ikili birli taksimi itirazlara hedef oluyor?

Kur’an, ölen kişinin çocukları bulunsa da annesine mirastan mutlaka altıda bir pay ayırmaktadır. Avrupa hukuk sistemleri son zamanlarda bu adaletsizliği anladıklarından dolayı anneye ve babaya, evlatların varlığı hâlinde dahi tıpkı Kur’an gibi altıda bir pay vermeye başlamışlardır. Yeni hazırlanan ve bir türlü kanunlaşmayan Türk Medeni Kanunu Tasarısında da bu hüküm, dinimizin esası olan Kur’an’da bulunduğu için değil Avrupalılar kabul etmeye başladıklarından dolayı kabul edilmiştir.”1

 

Bakın Bediüzzaman da bu konu hakkında ne diyor: “İşte böyle muhterem ve muazzez bir hakikati taşıyan bir valideyi veledinin malından mahrum etmek, o muhterem hakikate karşı ne kadar dehşetli bir haksızlık, ne derece vahşetli bir hürmetsizlik, ne mertebe cinayetli bir hakaret ve arş-ı rahmeti titreten bir küfran-ı nimet ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyenin gayet parlak ve nâfi bir tiryakına bir zehir katmak olduğunu, insaniyet perverlik iddia eden insan canavarları anlamazlarsa, elbette hakikî insanlar anlar. Kur’ân-ı Hakîmin hükmünü, ayn-ı hak ve mahz-ı adalet olduğunu bilirler…”2

Ninenin Mirasçılığı

 Annenin olmaması halinde ninenin durumu da yukarıda izah edildiği gibidir. Günümüz Medeni Kanunu, ancak evlatların ve baba ile ananın bulunmaması halinde nineye pay verirken Kur’an, evlatlar bulunsa da, baba ile annenin olmamaları halinde bunları da mirastan mahrum bırakmamaktadır. Yine soruyoruz nine kadın değil mi? Neden bu mesele gündeme getirilmiyor

Kız Kardeşlerin Mirasçılığı

 Mesela, iki kız evlat ve iki tane de kız kardeş bırakarak vefat eden bir şahsın Türk Medeni Hukuku’na göre kız kardeşleri mirastan mahrum kalırken Kur’an kız çocuklarına 2\3, geriye kalan 1\3 ise aralarında eşit paylaşmak üzere kız kardeşlere vermektedir.

Bu saydığımız başlıklardaki kadınları Türk Medeni Hukuku mirastan tamamen mahrum ederken Kur’an pay vermektedir. Yani olaylar pek de bizim sandığımız gibi değilmiş, değil mi?

Gelelim evlada kalan mirastan erkeğe iki kadına bir pay edilmesine. Bakın Bediüzzaman bu konuya nasıl değinmiş: “Muhakemesiz medeniyet, Kur’an kadına üçte bir verdiği için âyeti tenkit eder. Hâlbuki toplum hayatında çoğu hükümler ekseriyet itibariyle olduğundan; ekseriyet itibariyle bir kadın, kendini himaye edecek birisini bulur. Erkek ise, ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak birisiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur. İşte bu sûrette bir kadın, pederinden yarısını alsa, kocası noksaniyetini temin eder. Erkek, pederinden iki parça alsa, bir parçasını evlendiği kadının idaresine verecek; kız kardeşine eşit gelir. İşte Kur’anın adaleti böyle iktiza eder, böyle hükmetmiştir.”3

“İslam Hukuku’nda kadın ile koca arasında mal ayrılığı rejimi vardır. Yani erkek ve kadın kendi mal varlığı üzerinde tasarruf hakkına sahiptirler. Kadın tasarruf hakkı bulunan maldan, ailenin müşterek giderlerine katılmak mecburiyetinde değildir. Erkek ise kadının ve çocukların nafakalarını temin etmekle şer’an mükelleftir.

Netice olarak meseleyi bir bütün olarak ele almadan peşin hükümler vermek ilmi olmaz. Eğer siz sadece gözü esas alarak bir ceylan yavrusunu, sırf gözünün güzelliğinden dolayı kendi yavrunuza tercih ederseniz büyük hata işlemiş olursunuz. Zira bütünüyle mukayese olunduğunda en çirkin insan yavrusu, en güzel ceylandan daha güzeldir. İşte hukuk sistemleri de böyledir meselenin tüm yönlerini bilmeden sadece kulağa hoş gelmeyen yerleri nazara vermek, insanın Allah tarafından hazırlanan kataloğu olan Kur’andaki esasları tenkit etmek, hakka ve hakikate muhaliftir.

Kısaca beşerin hükümleri ve kanunları beşer gibi ihtiyar oluyor; değişiyor, tebdil ediliyor. Fakat Kur’an’ın hükümleri ve kanunları o kadar sabit ve rasihdir ki asırlar geçtikçe daha ziyade kuvvetini gösteriyor.”4


(1) Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi

(2) Mektubat, 11.Mektub

(3) Sözler 25.söz

(4) Prof. Dr. Ahmed AKGÜNDÜZ İslam’da İnsan Hakları Beyannamesi