Günümüzde kafe kültürü iyice yaygınlaştı. Gençler iş veya ders haricindeki vakitlerini ya bilgisayar ve telefon karşısında ya da kafelerde tüketiyorlar.

Peki bu kadar zaman kafelerde ne yapıyor bu gençler? Genellikle konuşuyorlar, bir şeyler tartışıyorlar… Peki ne konuşuyorlar? Çoğunlukla gün içerisinde yaşadıkları olayları ve bu olayları birlikte yaşadıkları insanları konuşuyorlar. Birbirlerine sürekli başka insanları anlatıp duruyorlar. Yakın arkadaşları ile dalga geçebiliyor, onların dedikodusunu yapabiliyorlar. Şeytan ve nefis bundan zevk aldığı için konuşmalar saatlerce sürebiliyor. “Dedikodu keyfi” diye bir kavramın oturtulmaya çalışıldığı, dinimizce yasak olan bu hareketin keyif adı altında, zevk alınacak bir davranış olarak sanki hakmış gibi önümüze getirildiği ahir zamandayız. 

Biz de bu gençlerden biri olabiliriz. Bir düşünelim kardeşim. Birinden bahsederken kendimizden bir şeyler kattığımızda ve kendi yorumlarımızla birlikte anlattığımızda, karşımızdaki insan ne düşünüyor? Onun hayalinde, bizim anlattıklarımızla ve kendi bakış açısı ile şekillenen bir profil oluşuyor. Bir insanı ancak kendi tanıdığımız kadarıyla anlatabiliriz. Peki tam anlamıyla tanımak mümkün mü? Hem tanıdığımızı sandığımız birini karşımızdakine dosdoğru anlatabilir miyiz? Eğer doğru anlatmıyorsak bu yalan olmuyor mu?

İnsanlar hakkında konuşurken çok dikkatli olmalıyız kardeşim. Birini överken de yererken de bin kere düşünmeliyiz. Bu yaptığımızın sonuçları neler olabilir diye…

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde: “Onu bunu medhedip duranları görünce yüzlerine toprak saçınız.” demiştir. Hem birini aşırı öven birini gördüğünde “Andolsun ki siz onu (kibre sevk ederek) helâk ettiniz veya bu adamı sırtından bıçakladınız.” (Müslim, VIII/228) buyurmuştur.

Övdüğümüz kişinin nefsi azgınlaşıp kendini üstün görmeye başlayabilir ve yerdiğimiz kişiler aslında bir hikmete binaen o eleştirdiğimiz tavrı sergilemiş olabilir. Biz neden öyle davrandığını anlayamamış olabiliriz ve yaptığımız davranış ile ona zarar verebiliriz. Hem hakkında konuştuğumuz kişi ortamda yoksa ve biz onun kötü taraflarını anlatıyorsak, onun duyması hâlinde hoşuna gitmeyeceği şeylerden bahsediyorsak bu yaptığımız gıybettir. Mecbur kalmadıkça insanlar hakkında konuşmamalıyız kardeşim. Bir insanın kötü taraflarını anlatmanın caiz olduğu birkaç durum vardır. Bunlar haricinde konuşmak, ayette buyrulduğu üzere, kardeşinin ölüsünü parçalayıp yemek gibi iğrenç bir iştir. 

Konuşacak konu mu yok hem? Helal dairesi geniştir. Hakikatleri konuşalım, kâinatı araştırıp, okuyup öğrenelim ve Rabbimizi tanımaya çalışalım. Allah’tan bahsedelim Allah’ı övelim, çünkü övülmeye en layık olan O’dur (celle celalühü). Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) bize öğrettiklerini konuşalım. Kâinat hakkında edindiğimiz bilgileri, Rabbimizin sanat eserlerini tefekkür ederek bunları yapan sanatkârı görmeye çalışalım. İnsanları iyiliğe ve güzelliğe teşvik edelim. 

Konuşacak bu kadar şey varken, helal dairede dilimizi kullanmak varken neden gıybete, iftiraya, yalana dolana kullanıyoruz. Bu dilin hesabı yok mu sanıyoruz kardeşim? Var elbet hem de dilin hesabı çok ağır. 

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim bana, iki çene ve apış arası mevzuunda söz verir kefil olursa, ben de ona cennet için kefil olurum.”([Buhârî, Rikak 23) buyurmuştur. 

Dilimizi tutmak zordur. Ancak hesabının ağırlığını bilirsek ve kendimizi hakikatleri konuşma konusunda yetiştirir, nefsimizi terbiye edersek bu mümkün olacaktır. 

Söz gümüşse sükut altındır demişler. Bir müslüman azıcık bile olsa sapmadan saptırmadan doğruyu söylemeli kardeşim. Ya hakkı söyle ya da sus. Azıcık bile yalan bulaşmasın sözlerine. İbrenin ucu azıcık kaydı mı olay çok farklı yerlere gidiyor çünkü. En basit en ufak olduğunu düşündüğün meselede bile doğruyu söyle. 

Safvan İbnu Süleym (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! dedik, mü’min korkak olur mu?”

“Evet!” buyurdular. “Peki cimri olur mu?” dedik, yine:

“Evet!” buyurdular. Biz: “Peki yalancı olur mu?” diye sorduk. Bu sefer: “Hayır!” buyurdular. (Muvatta, Kelam, 19, (2, 990))

Bilirsin Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)  doğruluğu ve eminliği ile bilinirdi. Müslüman asla yalan söylemez! Basit görme kardeşim, bugüne kadar söylediklerin için tövbe et ve bundan sonra şaşmadan doğruları konuş. 

İmam Malik’e ulaştığına göre, İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) şöyle demiştir: “Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince öyle bir an gelir ki, kalbinde siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah katında ‘yalancılar’ arasına kaydedilir.” (Muvatta, Kelam, 18, (2, 990))

Allah bizleri gıybet etmekten, iftira atmaktan ve yalancılar arasına yazılmaktan korusun…