” Milli Eğitim Bakanlığı TEOG sınavının  26 Nisan ve 27 Nisan 2017  tarihlerinde yapılacağını açıkladı. “

Şu anda ne kadar saçma ve uyduruk ve yıllar sonra “Puuuuaa ben bununla mı bu kadar dertlendim?” diyeceğin bir sınav için dertlendiğinin farkında mısın? Evet, işte! Günlerdir duymak istediğin cümle buydu değil mi? 🙂 Evet evet, doğru söylüyorum ve bil ki önünde bir sürü başka sınav var; aralarından da en takmaya değmeyecek olanı bu. O böğrüne çöken kayaları yuvarlayıp seni rahatlatmaya geldim dostum.

 

Bu yazı; hayatınızın en önemli şeysi bu sınavmış gibi davranıp, bu sınavdan daha önemli bir işiniz yokmuş komalarına giren, bir de kazanacağınız yer konusunu hayat memat meselesi hâline getirenlere inat, size kazanacağınız yer istediğiniz yer olsa hatta en iyi yer olsa hatta duyanların “Tütütütüüü maşallah.” diye sizi tükürükten çıkmış mürekkep balığına çevireceği bir yer olsa neler oluyor, bu işler nasıl olacak anlatan ve sizi hayata hazırlayan bir yazı.

 

Bir fen lisesi mezunu olarak kendimden örnek vererek yazıp ve size pohpohlayıp durdukları o hayatın sivilceli yüzünü göstermeye geldim artık bu zulme dur demenin vakti gelmişti. 😂 Ve sıkılmadan sonuna kadar okuman için inşâAllah elimden geleni yapacağım merak etme küçük dostum. Ya da et, daha heyecanlı olur.

 

Kendimden örnek vereceğim için ve bu örnek okul hayatımın en başarılı yılı olduğu için baştan anlaşalım; okuyacakların yüzünden ego tarzı kavramların aklından içeri burnunu bile sokma. Hele de Bediüzzaman Hazretleri “Yoksa—hâşâ—kendimizi satmak ve beğendirmek ve temeddüh etmek, hodfuruşluk etmek ise, Risale-i Nur’un ehemmiyetli bir esası olan ihlâs sırrını bozmaktır.”(1) buyurmuşken böyle bir şey benim için denize düşmüş simit yemek kadar iğrenç…

Iyy denize düşmüş simit yemek nereden aklıma geldiyse yazarken tiksindim öğğağ.

 Ki zaten şu anki hâlimi bir bilsen serseri serbest stilimin ustalık eserlerini verdiğim bir öğrencilik hayatım var ve o zamanlarla uzaktan yakından alâkam yok. Ne zaman eskilerden bahsetsek, anneciğimin efkarlanıp “Sen eskiden çok akıllıydın ama ağğhh ahhhğğhhh…” deyişini duysaydın işin vahimiyetini anlardın dostum. Annem insanların isimlerinin özelliklerini üstünde taşıdığını düşünür ve “Mesela sen! Aklın hiç yere inmiyor!” diye ispatladığından beri ben de öyle düşünüyorum. “Ölsem ne dersin?” diye bir gün sorduğumda aklımın zaten havada olduğunu şimdi de hepten uçtuğumu söylermiş. Kadından dua istiyorum, ellerini kaldırıp can havliyle “Allah sana akıl fikir versin.” diye başlıyor tövbe ya Rabbim. 😂😂😂 Ayakkabılarımı bağlarken “Giderken şunu da çöpe at.” diye yanıma koyduğu poşeti kafamı kaldırdığım anda unutmalarımı, dolmuşlarda defalarca telefonumu unutmalarımı, gideceğim yere gidenin tam tersi yöne giden tramvaya binip bunu da son duraktan biraz önce fark etmelerimi, evin yolunu şaşırıp ve bunu fark edince asansörde gözlerimin içine bakıp benim bile “Yok artık Semanur!” demelerimi hesaba katarsak valideciğim bana zorla zencefilli zerdeçallı polenli bal yedirmekte haklı sanki.

Anlayacağın o eski hâlimden eser yok şimdi, aramızda jüpiterin dağları kadar fark var.

 

O zaman tak 3D gözlükleri de sana o yıllarda şöyle bir tur attırayım.

O yılları hatırlayınca aklıma direk dershanenin önündeki etrafı molozlarla dolu “MOLOZ DÖKMEK YASAKTIR!” tabelası ve kantinden 2 lirayla karnını doyurabildiğin müthiş tost-gazoz ikilisi geliyor. Bir de bir kız varmış; geçen yıl sadece 1 yanlışı çıkmış, mükemmel bir fen lisesine gitmiş, bir şeyler bir şeyler anlat anlat bitiremiyorlardı, bir de gözüme soka soka her tarafa fotoğrafını asmışlardı. Kıza hayrandık çaktırmadan ama çaktırmadan tabii ki. Bizim zamanımızda SBS vardı TEOG değil ve sizinki gibi yüzlerce Türkiye birincisi çıkmıyordu, zordu bayağı anlayacağın. Çok çalışıyordum. Haftada bir günü kendime resmi tatil ilan ederdim, her günümüz okul, ev, dershane üçlüsüyle pardon okul, ev, BİM, dershane dörtlüsüyle geçerdi. Yazları sıcak ve kurakken BİM’de serinler, kışları uzun ve kar yağışlıyken de BİM’de ısınırdık. 😀 Sürekli deneme sınavı oluyorduk, ben de sürekli birinci oluyordum. Artık eve gelince “Anne 1. olmuşum.” dediğimde yüzüme bile bakmadan tepkisi “Hee öyle mi.. Haydi yemek hazır üstünü değiştir de gel.” olmuştu.. Evet bence de şükür görmeyince bak nimet gitti böyle, bu yüzden bu hâldeyim şimdi değil mi doğru. 😉 Ne diyorduk, heh: Beni bir türlü geçemeyince artık umreye giden annesine “Semanuru geçsin.” diye dua ettiren bir çocuk da vardı. (Ondan sonra bir kere geçmişti galiba ihihi 😀 ) O sene çok ekşınlıydı, herkes bir çılgındı ben de anlamadım ki en yakın arkadaşımın saç saça baş başa bir kızla birbirine girdiğini ve sonra ortalığın toz dumana döndüğünü hatırlıyorum. Kavga bitince ve az önce neler olduğunu görünce çok şaşırmıştık: Çünkü kavga sonunda “Kızın şurasını ısırdım, düğmesini kopardım, burasını tutup çektim…” diye kızı çatala dolanan spagettiye çeviren kişi en yakın arkadaşım değildi. 😀 Diğer çooook sevdiğimiz bir arkadaşımız araya dalıp en yakın arkadaşımı kenara itip onun yerine kızı halletmiş.😂 Ayyyş ne günlerdi… Şehrin diğer ucundaki okulda okuyan bir dostumuzun başının belada olduğunu ve dellenip fıttırmış bir kız sürüsünün onu dövmek için yola çıktığını duymuştuk; hayır olmazdı, onu o kızlara yem edemezdik, hey hemen bir şeyler yapmamız lazımdı. Düşünürken derse de geç kalmıştık. En sonunda hoca derste olduğu hâlde kapıyı açıp içeri eşkıya gibi dalıp çantalarımızı alıp kapıyı da çarpıp çıkmıştık ve doğruca şehrin diğer ucundaki okula dostumuzu kurtarmaya gitmiştik. Çaktırmıyorduk ama kızlar sopalarla karşımıza dikilse “Abla n’olur yapma.” diye yalvaracak kadar ödümüz patlıyordu. Ama dosttuk işte, çocuktuk da temiz ve sadıktık… Çıkarsızca… 🙂

 Disiplinle burun buruna zamanlardı. 🙂

 

En yakın arkadaşım sınava çok az çalışıyordu hatta ödev verilen test kitaplarını kontrol günü gelince kitapları bomboş olduğu için hocaya gösterene kadar kafadan işlemler sallayıp sayfaları dolduruyordu, cevap anahtarından işaretleyip bazılarını da hoca çakmasın diye yanlış falan işaretliyordu. Son olarak da kitabı hamur gibi yumurup eskittim mi de heeeh işte oldu, aynı çözülmekten buharlaşmış bir hâle bürünüyordu kitap.

Günler öyle geçti.

 Sınavdan bir gün önce çılgın iki dostumla boş bir okula gitmiştik. Çığlık çığlığa bağırarak ne kadar orada dolaştık bilmiyorum ama sınav öncesi stres atmak için deliler gibi çığıracak kadar çocuktuk.

 

Sınav sabahı şöyle bir sıraya oturdum, evet heyecan vardı sonra sınav başladı ve heyecan kaçtı. Sınav bitene kadar çıkmayacağız diye anlaşmıştık ama o kadar önce bitirmiştim ki baştan en az iki defa tekrar çözmüştüm diye hatırlıyorum. Galiba dayanamayıp çıkmıştım sonra.

 

Eve geldik ve televizyonda soruları çözen bir kanaldan sorularımı kontrol etmeye başladım. O da ne? Türkçe: full.. Matematik: full… Fen: 1 yanlış… Sosyal: full… İngilizce: full… O zamana kadarki en iyi sınav sonucumdu.

O yanlışı da yanlışlıkla yanlış yapmışım, görsen gülsen mi ağlasan mı karar veremezsin, gitarlı bir adam vardı hâlâ aklımda soru, kalın ses ince ses sorusuydu. 🙂

Sevinçten millet havalara uçar, ben yerlerde yuvarlanmıştım.

 

Evet istediğim bir fen lisesini kazanmıştım. (En yakın arkadaşım da büyükşehrimizin en iyi ikinci okulunu kazanmıştı nasıl oluyor hâlâ anlamıyorum. :D)

Eskiden fen lisesi deyince aklımda sivilceli, gözlüklü, şişman ve hayattan pişman, aşırı zeki ve vejetaryen insanlar canlanırdı. Kazandığım okul bir fen lisesi olunca “Gecelerce uyuyamadığım oldu.” derdim de yok yok öyle devam etmeyeceğim. Gayet uyudum çünkü. Ve bu konu aklımın ucundan bile geçmedi. Ama vakit yaklaştıkça içime yavaş yavaş öküzler oturmaya başladı ve kesinlikle rahatsız edici bir sürüydü. Hayattan soyutlanmış bir kafa, sabah 7 sabah 👀 4 mesai, duvarları sorular ve çözümleriyle kaplı tuvaletler, 95 alınca ağlayan sınıf arkadaşları, asosyalliğin dibine vuruş…

 

Okula gidince durumun o kadar da saçma sapan olmadığını gördüm. Evet tuvalette duvarlarda matematik işlemleri vardı ama en azından günlük konuşma konuları atomaltı parçacıklar, amipler, terliksiler değildi. Ve en azından insanlar birbirine hakaret ederken “ahaha zigota bak! 23 kromozomlu”, “Seni görünce mide asidim özafagusuma tırmanıyor, midemde ne kadar kelebek varsa yok ediyor. (Sana aşık değilim hatta beni kusturuyorsun.)”, “Suratındaki şu amipsi ifadeyi sil, içimde seni karbondioksite boğma ihtiyacı uyandırıyorsun.”, “Bu ne tip oğlum formaldehitten çıkmış kadavraya dönmüşsün pieeee.” gibi şeyler demiyorlardı.

 

Aslına bakarsan her şey normaldi.

 

Ama bir şeyler eksikti dostum…

 

O kadar eksikti ki ilk günlerde bu eksikliği yeniliğe, ortam değişikliğine vurmuştum.

Hâlbuki bu eksiklik başkaydı. Sonrasında ise ne oluyor biliyor musun? Sen o eksikliğin kaynağını bilmediğin için ve neyle dolacağını da fark etmediğin için başka şeylerle doldurmaya çalışıyorsun. Şunun gibi düşün: Oksijen dolu temiz havaya ihtiyacın varken sen gidip simsiyah is dolu duman soluyorsun.

Yeni arkadaşlar ve ortamlar göreceksin. Arkadaşlık kurabilmek ve samimi dost edinebilmek adına karakterini değiştirenlere şahit olacaksın.

Özentilik belasının nelere yol açtığına acıyacaksın… Tabii, acınacak hâlde olan sen değilsen…

 

Müthiş bir lisenin iyi hocalar ve çalışmaya sevk eden arkadaş ortamı gibi artıları olabilir. Ama iyi bir lise hayatı için bunların bir anlamı yok. Defalarca nefret ettiğim zamanlar oldu. (Mezuniyetime gitmedim bile, annem eve kadar gelen müzik seslerini duyunca “Yoksa senin bugün mezuniyetin mi var?” diye çaresizce bakakalmıştı gözlerime.😶)

Eksikliğin kaynağını fark edip Allah’ın ihsanıyla onu doldurmaya başladığım zamanlarda tek başıma herkesi dışlayıp okula da her sabah nefret ede ede gittiğim zamanlar oldu.

 

Kaderin cilvesiyle çok fazla ve çok farklı ortamlarda yaşayıp eğitim gördüm. (5 farklı şehir, 8 farklı ortam).

Benim için bebek oyuncağı olan soruları yapmakta çok zorlanan insanlarla can dostu olduğum oldu. Ve birçoğuyla konuşurken kalbinin güzelliğine nutkum tutulduğu oldu…

Allah kalbimi biliyor ya insanlara değer biçerken zekasına beş para kıymet vermemeyi öğrendim. Hatta maddiyatla ne kadar meşgulse bir insan, o kadar kaçmak istiyorum ondan. Çünkü iman nuru yoksa zeka bir hastalığa dönüşür. Etrafındakilere de mikrop bulaştıran zehirli bir hastalığa…

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Ölümü en çok hatırlayanı ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananı. İşte onlar en akıllı, en şuurlu olanlarıdırlar.” (2) buyurur.

Zeka ve akıl farklı kavramlardır; en zeki insanlardan oluşan aptallar sürüsü neler çektiriyor dünyaya bir baksana…

 

Belki derslerde benim kadar başarılı olmayan ama canımdan çok sevdiğim kişiler olduğu gibi onları görünce koşa koşa bir aynanın karşısına geçip tükürmek istediğim zamanlar da oldu.

Allah güzel insanlarla karşılaştırsın… Bu çok güzel bir dua.

Ve güzel insanlar, ışığını Kur’an’dan alanlardır.

Bir güzellik varsa bir yerde onun en saf ve hakiki hâli Kur’an’da bulunur. Eğer bir kalp ay misali Kur’an güneşine yüzünü dönüp onun etrafında pervane olmazsa tutulup gölgede kalmaya ve böylece kararmaya mahkûmdur.

 

4 sene bu, koskoca 4 sene. Ne olacak ki süper bir yer kazanınca, istediğin olunca? Hemen öyle şey olur mu, şu var, bu var havalarına girmeden sana birkaç gerçeği izleteyim:

Çok da iyi bir lisede olmadığı hâlde müthiş bir üniversiteye giden (Hatta benden daha iyi) birçok arkadaşım olduğu gibi

müthiş bir lisede olduğu hâlde hayatı kayan hatta ebedi hayatı yanan birçok arkadaşım oldu.

Ve hatta hayatını kaybeden, şimdi toprağın altında ne hâlde olduğunu bilemediğim çok yakın arkadaşlarım oldu.

 

Okula tertemiz bir çiçek gibi başlayıp mezun olana kadar uyuşturucu bataklığına saplanan, bir alkolik gibi ufak kaçamaklar yapayım derken kendini rezil rüsva eden, sanki lisede herkes bir haram ilişki yaşamak zorundaymış gibi kendine ebedi pişman edecek sevgili silsileleri edinen gençler göreceksin.

 

Onlardan olmaman için canımı verirdim küçük kardeşim, o an içine sürüklendiğin bataklık sanki bulutların üstünde süzülüyormuşsun gibi sana zevk verdiği için kayıp gidiyorsun.

 

Onlardan olmam zannederken arkadaş ortamının seni nelere sürükleyebileceğinin farkında olmayacak kadarsın henüz.

 

Taviz tavizi doğura doğura nereden nereye sürükleniyor insan bir bilsen.

 

Bunları göreceksin, dinle beni dostum; liseye başladığım o ilk zamanlarda okumadığım neredeyse tek kitap serisi “Taht Oyunları” ve “Yüzüklerin Efendisi” kalmıştı. Bir keresinde Dracula’yı okumaya başlamıştım, annemle babam görünce şok olmuşlar bu ne böyle bu kız ne okuyor diye hâlbuki tek vampir romanı o sanki. Harry Potter’dan yaklaşık 2000 sayfayı (Belki daha fazla) 3-4 günde okuduğumu hatırlıyorum. ”Bunda ne var ki?” diyorsan şunu da diyeyim o hafta yazılı haftamdı aynı zamanda başka bir eve taşınma haftamızdı. En bilinmedik yabancı kitapları bile okudum. Yabancı diziler hakkında epey malumatım var. Yabancı müzik konusuna girmeyelim bile.

Bunlardan geride bana kalan ise kafamın içinde yanmaya hasret odun yığınları ve bir yığın pişmanlık. Faydası mı? İnan bana, yok.

 

Bak, Elhamdülillah Rabbim ihsan edip yardım etti de hepsini çıkardım hayatımdan ve hâlâ bıraktıkları çöplüğü çıkarmaya devam ediyorum.

 

Ahlakının şekillendiği ve karakterinin oturmaya başladığı bu dönemlerde saydığım bu hevesler sadece ahlakını bozuyor ve karakterini seni pişman edecek manada değiştiriyor. Yazık ki büyükler de bilinçsizce “Kitap okusun yeter ki kitaptan zarar gelmez.” mantığı var. Oysaki kitap direkt karaktere ve düşüncelerine işler. Ahlakını bozmakta da filmlerden daha etkilidir. Hele ki birçok filmin senaryosunun kitaplardan alındığını ve ancak küçük bir miktarını çektiklerini hesaba katarsak bana hak vereceksin.

Sonra ne mi olur?

Sende bıraktıkları hasarı sonradan tamir etmek, iltihapları temizlemek, kanseri kazımak çook acılı oluyor, kalp ağrısı vuruyor, hem deli gibi üşüyorsun hem de deli gibi terliyorsun; inan bana çoğu kimse de bu tedaviye muvaffak olamıyor.

 

Biliyorum öğüt dinlemeyi sevmiyorsun. Bu söylediklerim öğütten ziyade başka bir şey aslında. Sana zamanda yolculuk yaptırıp yaşanabilecek şeyleri gösteriyorum ki yaşamak isteme ve koru kendini.

 

Arkadaşlarının haram sevdalar denizinde boğuluşlarını göreceksin, biri başlarken ilk ve sonmuş gibi başladığını sonra biterken ızdırap çekmelerini sonra yeniden bir tane daha derken iyice alışkanlık hâline geldiğini… Olmazsa olmazmış gibi davranacaklar, sana da öyle hissettirecekler. Dinle beni kardeşim, öyle büyük yalan ki bu, nasiplerine yazılmamış ve asla kavuşamayacakları sahte ve haram aşklarla kendilerini tüketiyorlar. İffetlerini, sadakatlerini, masumiyetlerini. Bak benim en büyük tesellim “Elhamdülillah olmadı.” cümlem.

 

Önemli olan mükemmel bir lise kazanman değil. Önemli olan gittiğin yerde kendini muhafaza edebilmen.

Önemli olan özenen değil özenilen olmak. Kişisel gelişimci amcalar teyzeler gibi sana hayal kurdurup sonra seni “Uf ama bu dediğin nasıl olacak?” telaşına düşürmeden nasıl olacağını anlatayım:


“Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:

– “Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder. Cebrâil onu sever ve sonra gök halkına:

– Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz, diye seslenir. Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.” (3)

 

Şu ablişkona kulak, ay pardon göz ver; eğer sen insanlar ne der değil Rabbim ne der diye düşünüp öyle hareket edersen ve bu ahlakla ahlaklanırsan hiç beklemediğin insanları bir gün sana içten içe hayran oldukları itiraf ederken bulacaksın.

Rabbinin rızasına engel bir şeylere seni mecbur etmek isteyenler olunca ve sen de onlara boyun eğmeyince hiç beklemediğin ve en alâkasız insanların arkanda durup sana destek verdiklerini şaşkınlıkla seyredeceksin.

 

Çünkü dostum, kime Allah varsa ona her şey var…

Allah’la dost olmak başkalarla olmaya benzemez.

Sen dostun olan Allah’ın hatrını kırmaktan korkup çekinirsen O seni mutluluk gözyaşlarına boğmaz mı sanıyorsun?

Hiç vazgeçtin mi bir şeyden Rabbin razı değil diye?

Peki, hiç pişman oldun mu Rabbin’in razı olmadığı şeyden vazgeçtin diye?

 

“Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok eğer O kabul etse bütün halk reddetse te’siri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde bulunmadığınız halde halklara da kabul ettirir…”(4)

Bil ki, kalpler Allah’ın elinde…

Asla başka kalplere yaranmak için Rabbin’in rızasını terk edenlerden eylemesin Rabb-i Rahîmimiz bizi…

 

Hayal etsene bir, kazandın o okulu evet. Çok mutlusun, inanamıyorsun, rüya gibi, ailen çok sevinçli, evet müthiş dakikalar.

Havalara uçuyorsun.

Ve sonra yere iniyorsun.

E.. şey.. Peki şimdi ne olacak?

Tüh kazandın şimdi ne olacak?

Her şey bu an için miydi?

 

Etrafında herkes sanki bundan başka derdin yokmuş gibi, her şey bunun içinmiş gibi davranmayı ne zaman bırakıp bunun her şey olmadığını fark edecek?

Sen!

Bırak başkalarını, sor kalbine:

Var olduğundan beri her şey bunun için mi?

Bunun için mi kâinat tezgahı kuruldu kurulalı; bir Rahmân’ın rahmet eserlerini senin gözlerine nimet olsun diye dokuyor?

Bunun için mi Ezel ve Ebed Sultanı sen daha yokken, sen anılmaya değer bir şey değilken, sana değer verip seni andı da yokluk karanlıklarından varlık nuruna çıkardı?

Bu mudur: Doğ, emekle, anaokulu, ilkokul, güzel bir lise, muhteşem bir üniversite, evlilik, çocuk, binbir meşgale… Peki ya sonra?

 

Hangi ipe tutunsan gelip ölümde düğümleniyor.

 

Sen dostum, sen kim olduğunun farkında mısın?

Ellerindeki çizgiler rastgele değil sonsuz güç ve kudret sahibinin ilmi ve iradesiyle sana özel olarak ellerine nakşettiği nakışlar…

Neden anlamıyorsun,

Anne karnına bir hücre düştüğünden bu yana bir an olsun boş verilmeyişinden neden anlamıyorsun:

Sen burada merhametle ağırlanan değerli bir misafir, ebed diyarına namzed bir yolcusun.

 

“Sen kâinâtı kucaklayan bir ulu ideale baş koyacak fıtratta doğmuşsun. Küçük hülyâlarla nasıl avunursun?

Sen her şeyin sâhibine gönül vermişsin, bir şeyde nasıl boğulursun?…

Sen kendini başkasıyla mukâyese edemezsin, çünkü sen farklısın!..”(Zübeyir Gündüzalp)

 

Sen firavunun sarayında çocuk Musaları büyüten, zulme boyun eğmeyen ve gerekirse boynunun vurulmasından korkmayan Hazreti Asiye’yi hatırlatan kahramansın.

Sen putperest bir toplumda doğup babasının mesleği put yapıcılık olduğu hâlde “Ben batıp gidenleri sevmem!” diyen ve Halık-ı Rahîm’ini arayan İbrahim peygamberin yoluna adımlarını kavuşturuyorsun,

Sen onun gibi ateşlere atılsa dahi “Allah bana yeter!” diyen ve canından vazgeçip yine de dostu olan Allah’tan vazgeçmeyecek fıtrattasın!

Sen boğazına bıçak dayansa dahi Rabbi’ne olan güveni bir an olsun sarsılmayan ve onun hükmünün doğruluğundan şüphe etmeyen İsmail peygamberi hatırlatıyorsun,

Sen çocuk yaşında arkadaşlarının onu oyun oynamaya çağırmalarına “Ben oyun için yaratılmadım!” diyen Yahya peygamber gibi kokuyorsun,

Sen sadakatte ve şefkatte Hazreti Hatice annene çekmişsin,

Sen sözü dosdoğru, kalbi yufka gibi, neyi varsa hepsini çekinmeden Allah yolunda feda eden Hazreti Ebubekir’i anımsatıyorsun.

Sen velilerin anası, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in zehrası, Hazreti Fatıma annen gibi dünyaya kanmıyorsun ve takva elbiseni üstünden sanki derinmiş ve çıkması için ancak kazımaları lazımmış gibi çıkarmıyorsun.

 

Sen daha 17’sindeyken Resulullah’ın(ASM) “Her peygamberin bir yardımcısı vardır, benim yardımcım Zübeyir bin Avvam’dır.” dediği Zübeyir’in birkaç yıl önceki hâlisin…

 

Senin gözlerinde koca Yesrib’den İslâm’ı öğretecek bir öğretmen istediklerinde o kadar sahabe içinden Resulullah’ın(ASM) “Mus’ab!” diye çağırdığı ve daha 17’sindeyken öğretmen olarak onu yolladığı Mus’ab bin Umeyr’in bakışları var.

 

Sen Resulullah’ın(ASM) gözlerindeki buğu, secdesindeki dua, ellerini kaldırdığında avuçlarına konan nur, hatrı için Taif’teki taşlara sabrettiği gelecek, Uhud’da “Benim bir yitiğim var, ben Cüleybib’imi kaybettim!” diye gözyaşlarıyla aradığı iffet abidesi Cüleybib misalisin..

“Mutlaka kardeşlerime kavuşmamı arzuladım.” diye çektiği hasreti, “Ah keşke bana doğru, havuza gelen kardeşlerimi bir görsem de içlerinde şerbetler olan kaselerle onları karşılasam. Cennete girmeden önce, onlara (Kevser) havuzumdan içirsem.” (5) diye yolunu gözlediğisin.

Sen Allah’ın meleklerine iftihar edip “Ey şehvetini benim için bırakan genç! Ey gençliğini bana adayan yiğit! Sen benim nezdimde meleklerimin bazısı gibisin.” (6) dediği yiğitsin.

Sen farklısın dostum…

 

Birkaç yıldan başka yanında olmayacak insanlar yüzünden Rabbin’le geçecek dakikaları terk etmeye değer mi? Terk etme asla!

 

Hem de iki farz namaz arasında yaptığın işler günah olmadığı takdirde ibadet hükmüne geçerken namazını bırakmak akıldan istifa etmek değil mi?

 

Sana kocaman bir tavsiye vereyim: Şu anda başladığın birçok güzel iş ömür boyu sana eşlik eder. Mesela akşam namazından sonra iki rekat evvabin namazı kılmak olabilir bu.

Mesela senin yaşlarında her gece Yasin okumanın çok önemli ve çok değerli olduğunu öğrenince gönlümü kaptırmıştım bak bu işe. Demiştim ki “E ben her gün 6 sayfa Yasin okuyamam ama hiç olmazsa her gece Yasin’den 1 sayfa okuyup 6 günde 1 defa bir Yasin Suresi bitireceğim.”

Ve bunu hâlâ yapıyorum hatta şimdi büyüdük ya her gece 6 sayfa da yapabiliyorum. 😉

 

Hazır mısın? Çünkü şimdi sana öyle bir tavsiye vereceğim ki bu tavsiye sana binlerce Einstein’lara fark attıracak.

“Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. ‘Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar.’ dediler.

Ben dedim:

Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” (7)

 

Bak dostum, bütün ilimlerin hizmetkâr olduğu ve her ilmin şâhı olan bir ilim var: Mârifetullah.

Yani, Allah’ı bilip O’nu tanımak ilmi.

Kâinat bir kitaptır ve her satırı Rabbi’nden sana bir mektuptur.

Sen bunun için yaratıldın: Kendini tanıttırmak ve sevdirmek isteyen Rabbin seni bu yüzden yaratıp nimetlerine boğdu.

Seni sevmek için var olmanı şart koşmadı başkaları gibi,

Aksine seni sevdiği için var etti seni ve muhtaç olduğun her şeyi…

Bunu fark et ve haydi devam et şimdi yoluna. 🙂

Ablişkonun iliklerine dek fayda gördüğü iki tavsiye daha veriyorum:

-Esmâ-ül Hüsna’yı hayatında bir defa olsa bile mutlaka okumak ve okulda ders işlerken o isimleri hatırlamak. 😉

-Risale-i Nur’dan okumadığın bir gün bile olmaması. (Kitap elde edene kadar telefonuna uygulama indirebilirsin, hiç olmazsa kütüphaneden al.)

 

Ve sözlerime son verirken şu yazıyı da mutlaka okumanı istiyorum: YGS-LYS’ye Gireceklere Duyulmadık Taktikler

 

Seni çok seven ablan…

 

Diye bitirmeyeceğim ehehe. Ama seviyorum kırdişim. 😉 Eskiden o hayhaylı zamanlarımda da bazen yazı yazardım. Ama yazarken saçmalamaktan yazdığım şeyin başını unutur, sonra da abuk bir kelimeyle yazıyı bitirirdim. Nasıl mı? Deniz anası.


1) Risale-i Nur | Tarihçe-i Hayat
2) Hadis-i Şerif İbn-i Mâce, Zühd: 31
3) Ahmed b. Hanbel, 2/413; Kenzu’l-Ummal, h. No: 37060
4) Risale-i Nur | Lem’alar
5) Ramûzu’l-Ehadis s. 361, 4460 hadis 
6) Hadis-i Şerif Ebu Nuaym, Hıyetu’l-Evliya, 4/139, 5/237
7) Risale-i Nur | Şualar