Öğretmenlerimiz bize Allah’tan bahsetmiyorlar! Bize Hâlık’ımızı, Yaratanı tanıt.

Bize bunu çocuğumuzun dediğini düşünün lütfen. “Baba öğretmenim Allah’tan bahsetmiyor. Dinsizliği anlatıyor.” Herhâlde o hocayı dövmek için ayağa kalkarız değil mi?

Şimdi Bediüzzaman’dan erdemi öğrenelim… Bakalım o nasıl cevap vermiş: “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlık’ı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” (1)

Yani arkadaşlar, okulda öğretmenler size Allah’ı anlatıyorlar. Ama onlar anlattığının farkında değil.

Mesela Biyoloji dersinde hücreyi anlatıyorsa bir hoca ve bunu sebepler dairesinde, tabiat bataklığına sararak “Kendi kendine tesadüfen oluyor.” tarzında anlatıyorsa, sen öğretmenin ne dediğini dinleme. Hücrenin sana ne dediğini dinle. Çünkü o kendi lisan-ı mahsusuyla, yani kendine has diliyle Allah’tan bahsediyor.

Sadece bir fen dalının Allah’ı nasıl anlattığını inceleyelim bu yazıda… Eczacılık veya Tıp Fakültesini düşünelim.
Örnekle başlıyor Bediüzzaman: “Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda harika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var…” (2)

Önceden şimdiki gibi hap şeklinde değil de kavanozlarda bitkiler canlı şekilde dururmuş. O yüzden canlı, hayattar diyor tiryaklar için.

Devam ediyor Üstad: “…Şüphesiz gayet maharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir.” (3)

Öyle değil mi gerçekten? Bugün bir eczaneye gitseniz raflardaki ilaçları görseniz arkasında kimyager, maharetli, hakîm bir eczacı olduğuna, eczacıyı görmenize gerek kalmadan inanmaz mısınız? Elbette herkes inanır. Peki neden? Çünkü ilaçların içindeki ham maddeler çok özel ölçülerle alınmış. Bir dirhem veya damla eksik veya fazla olsa, o ilaç ya zarar verir ya da etkisini göstermez. Doğru mu? Bazen görüyoruz doktorlar ölçüyü aştığı zaman falan adam felç oluyor. Benzer vakalar var bunları biliyoruz.

Zaten içindekileri okuduğun zaman mesela 0.01 mg falan maddeden var diyor. Demek ki tartılmış, çok ince mizanlarla, ölçülerle alınmışlar.

Yalnız unutmayalım, biz eczaneye gidince gördüğümüz ilaçlar bir kere yapılmış bırakılmış. Ve onlar cansızlar. Onların bile maharetli bir kimyageri, hikmetle iş yapan bir doktoru gösteriyor. İlim sahibi biri olması lazım diye kesin kabul ederiz.

Peki, Bediüzzaman nereye bağlayacak bakalım devam ediyor: “Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle bu çarşıdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb(bugün buna eczacılık veya tıp diyebiliriz) mikyasıyla, küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hatta kör gözlere de gösterir, tanıttırır.” (4)

Yani diyor ki sen, eczaneye gidince, ilaca baktın, inceledin ve bir kimyacıyı gösterir dedin. Aynı zamanda maharetli bir adamı gösterir dedin.

Peki, bak kâinata… Her bir canlı, -insanlar, hayvanlar, bitkiler- birer macun, birer tiryak gibidir. Çünkü insanda elementlerden oluşuyor. Bitkilerde, hayvanlarda elementlerden oluşuyor. Mesela insanda 60’tan fazla element var. O elementlerden eksik olduğu zaman hastalıklar başlıyor. Mesela bakır eksik olduğu zaman tansiyon, sinir hastalıkları… Bitkilerde mesela azot eksik olduğu zaman yapraklarda sararma, genç yaşta solma ya da erken yaşlanma vs. hastalıklar oluşuyor.

Peki, bu neyi gösteriyor? Onlarda da ince mizanlar, ölçüler var.

Şimdi hatırlayalım. Bizim ziyaret ettiğimiz eczanedekiler bir kere yapılıp bırakılmıştı. Biz ise sürekli yenileniyoruz.  Bitkiler sürekli yenileniyor. Hayvanların vücutları sürekli yenileniyor.

Peki, hepsinde ince mizan ve ölçülerle elementler yerleştirilmiş mi? Eczanedeki ilaç kimyageri ispat ediyorsa, bak diyor kâinata Bediüzzaman! Bu kadar bitkiler, hayvanlar, insanlar o vücudundaki hassa element ayarlarıyla, Hakîm-i Zülcelal olan Allah’ı göstermezler mi?

İşte bakmayın tıp hocalarının Allah demediklerine. Altı sene anlattıkları ne varsa, Allah’tan bahsediyor!