Canınız acıdı mı hiç?

Gerçekten, hiç kalbinizi söküp atacak kadar ağırlaştı mı ızdırabınız?

Hüzün yağmurlarının sağanak yağdığı gözyaşlarınıza gök gürültüsü gibi hıçkırıklarınızla dertdaşlık ettiniz mi?

Hiç kırıklarınızla, sargılanmayı bekleyen iç kırıklarınızla, yapayalnız kaldınız mı bir sızıyı yük edinip?

Ne zaman sevdiklerimi düşünsem boğazıma düğümleniyor tüm acılar! Çünkü ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEDEN YAPAMIYORUM…

Kalbimin derinliklerinde seviyorum; validemi, pederimi, kardeşlerimi, kandan öte kardeşlerimi… Onların ölümünü düşündükçe canım acıyor, onlardan ayrıldığımı düşündükçe ciğerim parçalanıyor.

Kabul etmek istemiyorum! Ölmesinler! Canım annem ölmesin… Dostlarım ölmesin… Elimden hiçbir şey gelmiyor, durduramıyorum, tutamıyorum zamanı! Parmaklarımın arasından akıp gidiyorlar birer birer…

Yok mu ölümün bir çaresi? Dayanamıyorum!

Ve nihayet cesaretimi toplayıp yüzleşiyorum en büyüğüyle acıların, endişelerin, korkuların: Kendi mezarımı ziyaret ediyorum.(!)

Herkes kesinlikle ölecek; sevdiklerim, dostlarım ve… BEN…

Peki, o zaman ne yapacağım? Bir korku salıyor yüreğimi. Kendime samimice sorunca fark ediyorum ki ölmek istemiyorum. Derken validem tekrar aklıma geliyor; ölüm bana büsbütün dehşet veriyor!

Feryat ediyorum: YOK MU DERMAN!?

Bir anda bir NUR imdada yetişiyor ve dağıtıyor tüm karanlıkları o nurlu temiz pak sedasıyla… Şefkat dolu sesini dinler dinlemez kalbime sükûnet çöküyor; zira o ilan ediyor:

“Ölüm bir yokluk değil ki kendini bu kadar harap ediyorsun? Sonsuz bir hayatın başlangıcı. Bütün sevdiklerinle, başta en sevdiğin Nur Yüzlü Peygamberinle (s.a.v) buluşma yeridir! Dünya zahmetinin bittiği, mükâfat diyarının başladığı yere giden bir bilettir ölüm!

Sen, Seni var eden ve her surenin başında kendini sana Rahman ve Rahim olarak tanıtan şefkatin kaynağı Yaratıcına kendini sevdirsen O senin yüzünü güldürmez mi sanıyorsun? Öyleyse O’nu bulsan tüm aradığını bulursun, tüm dertlere derman bulursun! Açılmaz ne kadar kapı varsa anahtarı yanında olan bir Zat’a dost olmak kedersiz bir saadetin garantisi olarak sana yetmez mi? Ne diye ölümden korkuyorsun?”

Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin Mektubat eserinin girişinde öyle bir sevdiriyor ki ölümü, tüm korkularımızı bertaraf eden o Nur’u ve o müjdeyi bize Kur’an’dan sunuyor.

Nasıl ki çekirdeğin ölümü toprağın altında bozulmaktır çürümektir çirkinleşmektir. Fakat ancak o ölümle dar âlem olan toprağın altından geniş âleme filizleniyor, o çirkin vaziyeti ve pis kokusu mis kokulu bir sümbüle dönüşüyor hem hayat mertebesi cansızken bitki mertebesine yükseliyor! Başta ölümden korksaydı o çekirdek; ilerideki o vaziyet ona gösterilse ölüme koşarak gitmez miydi?

Biz de aynı o çekirdek gibiyiz. Tek bir farkla; ya Cennetteki Tuba ağacına ya da Cehennemdeki Zakkum ağacına meyve verecek bir tılsımlı çekirdeği kalbimizde taşıyoruz. Öyleyse o çekirdeği imanla ibadet toprağında Kur’an güneşiyle filizlendirmek aklın gereğidir. Bu yolu görüp de girmeyene de insan denilmez!